Yaşadıklarımdan, çoğu zaman yaşamadıklarımdan hayalgücüyle varolan cümlelerim...Kimse altında benim hayatımı aramasın çünkü nereden eserse orada var oluyor yazılarım; gazete haberlerinde, mahalle dedikodularında, denediğim tarifte, dinlediğim bir uzmanın konuşmasında, izlediğim bir filmde, bir şekilde her yerde...
28 Aralık 2010 Salı
SOL? SAĞ?
18 Aralık 2010 Cumartesi
30'A 1 KALA
22 Kasım 2010 Pazartesi
GEYİK MUHABBETİ
"Bir gün ormanda avlanmaya gittim ve karşıma bir geyik çıktı. Cephanem bittiğinden dolayı geyiği avlayamadım. Geyik de bana alay edermiş gibi baktı ve bende kiraz yiyordum. Kirazın çekirdeklerini tüfeğe koydum ve alnının ortasından vurdum. Geyik ilk başta biraz tökezledi ama kaçmayı başardı. Bir yıl sonra ormanda avlanırken bir geyik gördüm. Baktım geyiği tanıdım. Çünkü alnının ortasında kocaman bir kiraz ağacı vardı. Geyiği avladım ve kirazları yedim. Hayatımda yediğim en tatlı kirazlardı onlar."
Bunun gibi birçok hatta benzeri asılsız hikayeye imza atmış Baron.
Tıp tarihinde ölümcül psikolojik hastalık olarak bilinen "Münchausen Sendromu" hastalığına da Baron'un soyadından geldiği biliniyor.
14 Kasım 2010 Pazar
La Flambée Ankara
Duyduğum kadarıyla değil okuduğum kadarıyla :p kısa bir özetle; Sevgili Laurent eşiyle tanışıyor ve evlilik kararı alıyorlar, Fransa'da şef olan kahramanımız neyi var neyi yok geride bırakıyor ve eşi için Ankara'ya yerleşiyor, bizde bu güzel mekana kavuşmuş oluyoruz ;)
Daha çok yeni bir mekan, 2 yıl kadar rötarla 10 gün önce faaliyete geçmiş.
İki Fransızın elinden çıkan leziz yemekler, dingin-şık-kendine özgü-yalın-özenli bir dekorasyon, vhsjnm Bu cümleyi sevmedim, eksik kalıyor sanki, öyleyse şöyle özetliyorum:
Buram buram Fransız bir mekan: La Flambée tam bir Fransız mutfağı...
GOP- Filistin Caddesine gidin ve Big Chef'i geçer geçmez sağdaki ilk sokağa(Ilgaz sk.) dönün ve oradan da hemen soldaki ilk sokağa(Hafta sk.) dönünce sağda ışıklarını farkedeceksiniz. Aşağıdaki fotoğrafın önünde duruyorsanız, emin olun ki doğru yerdesiniz. Ayrıca vale hizmeti de mevcut bu mekanda.
Kapıyı çaldık ve bizi Fransızca konuşan güleryüzlü biri karşıladı, tabii ki Laurent'tan başkası değildi. Girişteki bu sıcak karşılama + puan :) Bol fotoğraflı geceden Laurent&Biz
14 Ekim 2010 Perşembe
LONELINESS
1 Eylül 2010 Çarşamba
BÖYLE Bİ BEN BUGÜNDE
11 Ağustos 2010 Çarşamba
JUST MARRIED
18 Temmuz 2010 Pazar
MAGAZİN DE SON DAKİKA DEMET AKALIN&ECE ERKEN İLE KAVGA ETTİ, ERBAALI GENÇLİK DEMET'İ TAŞLADI; DAVULCUSU DAYANAMADI TOKMAĞI DEMET'E GEÇİRDİ NBVAIUOEWA
Ya Demet ses yok, güzellik yok, sahne yok arada söylermişsin ama arada o da sen de bu azılı kahpelik olmasa o bacağını yapaylarını sunmasan senin bu kaprisine, senin bu sesi çıkmayan şarkıcılığına, sana bu ucuzluğunla kim para kazandırırdı acaba! Yazık ki bu memlekette senin gibiler sanatçı kabul ediliyor, o kalabalığın sana eşlik etmesi hatta ve hatta seni sevemeyen şarkılarını dinlemeyen bana bile Eserlerinin! yabancı gelmemesi Türkiyenin acılası tablosunu ortaya sunmuyor mu. Nasıl bir dayatmayla dinlediysem seni beynime kazınmışsın! Iuggh...
Ha Ece de ayrı vaka bu gece magazin bombasıyım. Düşünce organizasyondu ekipti içine renklendi dünyam, çok güldüm ama hiç şaşırmadım çevremdeki tuhaflara, hep olsunlar ya süper eğlenceli ;) Ececiğimin plaket töreniyle bitiyor işi ama bu arada arasının iyi olmadığı hatta küs ve hatta kavgalı olduğu Demetle ufaktan kapıştılar sahnede. Elinden telefonu düşmeyen aptal sarışın Ece, tutturuyor ben gideceğim diye. Sülüman diyor ki gece bitmeden gidemezsin, papaz olmayalım seninle. Bizim salak da başlıyor ağlamaya sevgilisi özel uçak göndermiş bunu almaya, Tokat havaalanı da 00:00'dan sonra uçuşlara izin vermiyormuş, bu da beklerse yetişemezmiş falan. Neyse Sülüman kabul etmiş ve nasıl gerçekleştiyse Demet benim araçla gönderin nasıl olsa ben Erbaada kalacağım bu gece sabah 5'te hareketim demiş.
Netice itibariyle eğlenceli insanlar, sağolsunlar güldük baya. Ha tabii biz bile bu hengamede duyduklarımızla olayı Ece ve Demet kavga etmiş, Ece ağlamış, Demet de izmarit atıldı diye sahneyi terk etmiş hatta hızını da alamayıp kostümüyle otelden ayrılmış diye duyduk. Otelden kostumüyle ayrıldığı kısmı doğru çıktı bir tek gerisi yukarıdaki gibi, asıl merağım kimse gazetecileri bilgilendirmediğinden yarın haber nasıl geçecek?
Gecenin fıkrası da kırık abiden; kestirmeden anlatıyorum: 20 yaşında elinde sazı İstanbula gitmiş şarkıcı olmaya. Gideceği yer için otobüse biniyor şöför yanına oturtmuş o indirecek gelince. Yaşlı bir teyze soruyor oğlum neredensin sen diye. Bu da "Sivas-Kangal" diyor. Teyze yapıştırıyor: Haa bizim köpeklerin memleketten!
Herkese iyi geceler...
7 Temmuz 2010 Çarşamba
???
MONEY-MONEY
5 Temmuz 2010 Pazartesi
bayram günü doğdu adı BAYRAM oldu
Ama hiç yabancı birinin bir anda yanımda olamazken henüz tanışamamışken yakınımda olabileceğini düşünmemiştim, onun için gözyaşı dökeceğimi ve aklımdan çıkmayacağını, üzeceğini... Her gün evimizin önünden geçerdi, ağır adımlar atardı; ara sıra çarpraz taktığı çantası omzunda. Kareli gömleğiyle geçen bu gence ara ara selam verirdim ama ne bağlamdaydık bilemedim.
Gün geldi, bir düğünde ölüm haberi aldım; tanıdığım birinin yeğeni ölmüştü trafik kazasında çok üzüldüm, burnum titredi; merhametten mi kendi acılarımın yinelenmesinden mi bilemedim. Gençliğiydi belki de; henüz 26 sındaydı. Dünya hali; düğünden çık cenazeye git; bilirim böyle zamanlarda sarılmanın acıyı nasıl da dindirdiğini, gönüle tesellisini! Fotoğraflar geldi, anne feryat etti "Oğluuum, yavrum kağıt parçalarıyla mı avunacaktım sana!" O ana kadar Güler teyzemin yeğeninin Bayram olduğunu bilmiyordum, aynı okulda 2 alt dönemimde okuduğu ve ortak arkadaşlarımızdan dolayı selam verdiğimi, her gün bizim mahallemizden geçen o tanıdık simanın evine bir gün cenazesi için gidip ağlayacağımı bilmiyordum.
Ve daha nicesini bilmemeyi isterdim; beynimi resetlemeyi acıyı, hüznü, özlemi bir yerde bırakmayı...
Rahmetin bol olsun Bayram.
25 Haziran 2010 Cuma
ÇİNPEMIZI
6 Haziran 2010 Pazar
DigitalVoiceRecorder
15 Mayıs 2010 Cumartesi
ERKEKLER
Aklıma ne geldi; tamam biliyor olabilirsiniz ama ben daha yeni duydum :s Ve birazcık da yarım yamalak aktarım söz konusu olacak: Borcu var adamı uyku tutmaz, derdi düşer hatun kişiye. Camdan çıkarır kafasını ve alacaklıya seslenir; Benim beyin borcu var ya sana, onu ödeyemiyor. Ardından er kişisine döner ve der ki: Hadi, rahat rahat uyu artık o düşünsün!
Volkan Konak'ın programını izliyorum şimdi, Trabzondayken nefret ettiğim bu adamı; şarkılarından da nefret ederdim, AYŞEM hariç onu oralara gitmeden de bilirdim, çok severdim çok!!! Ne zaman Trabzondan ayrıldım, dokunur oldu bu adamın şarkıları, tek geçiyorum, dinliyorum, sayıyor&sövüyorum, özlüyorum, ağlıyorum. O sözler ne ince, nasıl sızlatıyor burun direklerini, nasıl da inceden derin derin vuruyor yüreğe. Acaba var mıdır yolu Trabzondan geçip de oranın havası aylarca ciğerlerine işleyip de Volkan KONAK'ta uçup gitmeyen, var mı?
1. paragraftaki mevzunun devamı var...
Bırakırlar, sonrasında bırakamazlar. Karıştı; cümleye düzenleme yapıyorum hemen: Bıyık bırakırlat bir süre devam eder kesmesler ama bir an olur kesmeye yeltenirler ve de kesemezler. Nasıl bir durumsa ağır erkekler sendromuna dönüşüyor bu bıyık herhalde, sosyal toplum projesi gibi ruha yapışıyor, yahu kes light olmazsın, bu bıyıkta değil şekerim ruhani bir durum. Aaaa...Bizim evde bugünlerde bu hava hakim, çözüm üretilmiş; sakal bırakılıyor, bıyık ünceltiliyor inceltiliyor ve ardından tamamen yok oluyor. Kimseciklerde fark etmiyor :P Sonucunu bekliyorum babacığım 4 gözle, dört.
Güzel, bol yemekli bol fotoğraflı, temiz havada geçen bir günün ardından, tüm apartman Gönüldeydik. Çok güzeldi bugün, keyifliydi. Devamı da eve gelen paketle oldu; yeni oyuncağımız titreşimli bir kemer kan dolaşımını hızlandırıyormuş. Takıyoruz, titriyoruz, hahaaa. Jöle gibiyiz ailece, ııgh.
Mimoza çiçeğinden bana ne, birileri var yer yüzünde böyle aşık eden kendine ve karşılarında yetenekli bay ripleyler döşüyorlar sözleri, dizeliyorlar notaları; dış kapını mandalı bana dokunuyor. Acaba arada dokunan inceden bir kıskançlık mı? Birileri benim için neden bunları hissedip dile böyle getiremiyor mu? Yani insan başkasına karşı duyulan hisleri kendi üzerine almak ister ki? Başkasının çocuğunu çocuğun gibi düşünüp ona anne&baba sevgisi beslemekten, bir yabancıyı tadığın ve sevdiğin birine benzetip ona gidip sarılmaktan ne farkı var ki?
11 Mayıs 2010 Salı
AHLAK
CHP'li biri olarak Deniz BAYKAL'ın istifa etmesini yıllardır isteyenlerdenim, hatta yerine Umut ORAN'ı görmek isteyenlerdenim! Ama bu şekilde olmamalıydı, ahlakı kendi karı&kızlarının, bacılarının hayatında benimsemiş şerefsizlerin oyunuyla olmamalıydı. Bu arada belirteyim ben sayın Baykal'dan geri dönüş hamlesi bekliyorum! İnşallah bu da olmaz, artık elini taşın altına sokacak birileri CHP'yi uyanışa geçirsin istiyorum.
6 Mayıs 2010 Perşembe
ANNE KARNINA SIĞARKEN DÜNYAYA NEDEN SIĞMADIĞINI FARK ETMELİ
Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı.
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken ‘Dünya Benim!’ dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
Ölürken de aynı avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum İşte!’ dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrailin her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Ve ölmeden evvel ölebilmeli.
Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Eşref-İ mahlukat (Yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli.
Ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde,
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini,
ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti.
Yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür.
CAN YÜCEL
13 Nisan 2010 Salı
AY LAV YU UĞURSUZLUĞU
Pazar günü oldu; annemle kalktık gittik filmimizi izlemeye. Eve geldik, ben yukarıya çıktım. Geri evimize döndüm, dolabımın kapağını açmamla; üst menteşesinden kurtulan dolamın yüzümün sol kısmına inmesi bir oldu. Ağlamaya başladım bende, canım yanıyordu ve ateş gibi yanmaya başlayan yüzümün o kısmından az da olsa deri parçaları geliyordu elime. Mennam hemen donmuş tane fasulye getirdi, -yüzün şeklini alsın diye tane fasulye- saatlerce ara ara tuttum morarmasına engel olduğunu düşünüyorum ve az bir şişlikle atlattım. Tabii biraz da deri yüzülmesiyle! :)
Film keyifli, eğlendirdi bizi ama UĞUR-SUZ geldi bize. Elvan'a telefonda anlattım olayı O da şap yapıştırdı, uğursuz diye. Gidin izleyin ama bana uyarmak farz oldu; kendinizi korumaya alın, öncesinde ve sonrasında ekstra dikkat şart :)
10 Nisan 2010 Cumartesi
RISVEGLIO
Not:Fotoğraf, Koç müzesinden/Çengelhan
13 Mart 2010 Cumartesi
MICHEL FOUCAULT // MiŞEL FUKO
20.yy'ın ikinci yarısına damgasını vuran Fransız filozof Mişel FUKO (Michel Foucault)... Bu yakışıklı adamın tutkusu karşısında östrojen salgısı nasıl etki altında kalıyordur/onu bu hale getiren hatun kişi nasıl bir dişiydi!Bugünler eksiklik kimde biz dişilerde mi/erkek kişilerimizde mi? Yoksa en büyük suç bugünler mi?!!!O dönemde belki O da biraz abartıydı. Ne de olsa uç kişilik, bana göre...Ama gerçekten anlamak istediğim şahsiyet statüsünde kendileri.Ha, bir de belirtmesem olmaz kendileri eşcinsel-miş.(Zaten onlarda böyle bir durum söz konusu, nedense kimi konularda vay be dedirtecek halleri var.)
Birkaç alıntıyla tanıtsam daha iyi ifade ederim kendimi;
*Bir filozofun düşündüklerini eyleme de aktarmasını savunan ve bu doğrultuda her türlü cinsel maceraya giren adam... Kendisi Paris'in gettolarındaki aidsli olma ihtimali zenci fahişelerle yatar kalkar...
Kelimeler ve şeyler... Deliliğin tarihi... Cinselliğin tarihi gibi başyapıtları mevcuttur..
*1984 yılında aids hastalığından dolayı ölmüştür. Time dergisi Paris'teki evinin balkonunda mariuhana yetiştirdiğini yazmış. Arkadaşları tüm uyuşturucu türlerini denediğini söylemiş.
*"Ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim." (Milliyet 18 mayıs 1999)
*Merkezi iktidar ve gözetleme kavramını, mimariyi kullanarak somutlaştırmış olan eli öpülesi düşünür. Bentham'ın panopticon adlı yapıtı bu kavramı açıklamak için biçilmiş kaftandır zaten.Burda soz konusu olan, dairesel yapının tam ortasında gözetleyen(nam-ı diğer iktidar), dairenin çeperlerinde ise ayrı ayrı kompartmanlara ayrılmış olarak gözetlenenler bulunmaktadır. Gözetlenenler, ne birbirleriyle ne de merkezle olan diyalogları kuramamış zavallı objeler haline getirilmişlerdir.
* Magritte'in meşhur 'ceci nest pas une pipe' tablosu için küçük ama içinde resimden dilbilime, görüntü ile gösterge arasındaki ilişkilere kadar pek çok alanla ilgili yorum ve sorunlara yer verdiği bir kitap yazmıştır..Eğer magritte yapmış olduğu pipo resminin altına "Bu bir pipo değildir." cümlesini koymasaydı böyle kaligram formunda bir eser foucaulta hiçbir zaman ilham olamayacaktı..
*"Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?" sorusunu soran düşünür.
*"ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü gördüğümüz söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir." cümlesinin sahibi.
*Cezalandırmanın yeni tekniğinin işkence ve azaptan değil, beden ve zihinlerin sürekli kontrolünden geçtiğini genel olarak fransanın ceza sistemini ve mikro-olayları inceleyerek anlatan kanımca en kıymetli foucault eseri. iktidar her yerdedir, bakınız hakimler artık yargılamaktan çok daha ötesini yapmaktadır; cezalandırmanın esası ceza vermek değil, suç işleyeni ıslah etmek, eğitmek ve (psikoloji, psikiyatri gibi yeni icat edilen bilimlerle) "iyileştirmek" olmalıdır. foucault'a göre hapishaneler sanıldığı gibi demokrasi, insan haklarının gelişmesi dolayısıyla değil; tam da bu gözetimde tutarak var olan iktidar stratejilerini yaratmak için kurulmuştur.
*Bir söyleşisinde, öğrencilerinin entellektüel sağlığı açısından tehlikeli görüldüğünü ve bundan gurur duyduğunu söylemiş, insanların entellektüel sağlıktan söz etmeye başladığında birşeylerin yanlış gitmeye başladığını düşündüğünü, gizli bir marksist, bir irrasyonalist, bir nihilist olarak konumlandırıldığını belirtmiş.
*"Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir."
Sevgiler...
8 Mart 2010 Pazartesi
1908'İN 129'LARI 2010'DA MİLYONLARI BULDU!!!
Rusya'da çok daha etkili kutlanıyormuş 8 Mart,o gün tatil oluyormuş.Erkekler kadınlara hediyeler,pastalar alıyormuş kutlamalar yapılıyormuş..Tamam benim dediğim bu değil,buna da karşıyım.En azından Dünya Emekçi Kadınlar Gününün neden 8 Martta kutlanıldığını bilen herkesin bu görüşte de olamayacağını düşünüyorum,umut ediyorum.
ABD'nin NewYork kentinde çok büyük bir dokuma fabrikasının bayan çalışanları sendikal haklarını savunmak için grev yapıyorlar. 40.000 kadın çalışan bu greve destek veriyor, kentte yürüyüşler düzenliyorlar. Polis çalışanlara zor kullanıyor, başetmek için fabrikaya kilitliyor. Fabrikada yangın çıkıyor ve 140 kadın çalışandan 129'u fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak can veriyorlar.Herşeyini ortaya koyup haksızlıklar karşısında mücadele eden güçlerine inanan 129 kadın çalışan bu talihsiz olayı 8 Mart 1908'de yaşıyor.Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ediyorlar.Temelinde seçme ve seçilme hakkı,günlük çalışma saatlerinin,koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunuyor.Ondan sonraki yıllarda 8 Mart günü bu emekçi kadınlar için toplanılıyor.1910 yılında ise, Clara ZETKIN'in önerisiyle sosyalist kadın enternasyonali, 8 mart'ı dünya emekçi kadınlar günü olarak kutlamaya karar verir.
İlk başlarda olduğu gibi eşitlik,bağımsızlık,politik haksızlıkların ortadan kalkması,daha iyi yaşama ve çalışma koşullarının sağlanmasını amaç gütmesi gereken bu günün daha da çok sorunların ortaya dökülüp çözümlerden uzak acıma ve de mağduriyet günü olmasını kabul edemiyorum.
Rusya'da Rusya-Almanya Savaşında hayatını katbetmiş erkeklere ithaf edilmiş bir Erkekler Günü var.Türkiye'de de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü Kurtuluş Savaşı Kadınlara ithaf edilmesi muhteşem olurdu.
"DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE, HİÇBİR MİLLETİNDE, ANADOLU KÖYLÜ KADININDAN DAHA FAZLA ÇALIŞAN BİR KADINDAN BAHSETMENİN İMKANI YOKTUR VE DÜNYADA HİÇBİR MİLLETİN KADINI "BEN ANADOLU KADININDAN DAHA FAZLA ÇALIŞTIM, MİLLETİMİ KURTULUŞA VE ZAFERE GÖTÜRMEKTE ANADOLU KADINI KADAR GAYRET GÖSTERDİM." DİYEMEZ. ( 1923 )
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!!
20 Şubat 2010 Cumartesi
@ANKARA
Sevgiler...
16 Şubat 2010 Salı
HAYAT
18 Ocak 2010 Pazartesi
NİŞANLILIK&TOPLUMSAL PSİKOLOJİ
Tabii en kısa zamanda herkese yayıldı nişanlamamız, arayanlar, ziyarete gelenler... Hala devam ediyor. Nişanlın diyorlar, tuhaf geliyor. Kayınvaliden diyecek oluyorlar, üzerime alınamıyorum bir süre :) Neyse zamanla alıştım, benimsedim benimsemeye Onun ebeveynlerine anne&baba dediğimde başladım. Ancak sonrasında da istenilme zamanını algılayamadan geçtiğine üzülmeye başladım, öyle güzeldi ki :) Ona da dedim yakın zamanlarda "Ben hiçbir şey anlamadım, istenilirken. Bu yüzükte olmasa! :)" "Yine gelelim stersen!" diyerek yanıtladı.
Peki bu aşamada toplum nasıl yaklaştı bana:
*Öncelikle herkes parmağıma baktı, yüzüğün ne kadar yakıştığı kritiği yapıldı :)
Fotoğraflar istenildi, damat, ailesi görsel çerçevede tanıtıldı :)
İnsanlar tuhaflaştı :)
*Aslı olmayan bir sürü şeyler konuşuldu tanımadığım insanların dilinde üstelik bunlar, aslı olmasa da kötü şeyler değildi şükürler olsun ki!
*Hiç bir dönem 54 kilonun üzerine çıkmadım ki hep 52'lerdeyimdir. Nişan sonrası 2 kilo verdim, 51 dim! Görenler abartısız herkes "Ayy, nişanlılık yaramış, kilo almışsın, ne güzel de yakışmış." Zayıfladım desem de kimsenin kulağına girmiyor çünkü ben nişanlıyım ve bana yaraması gerekli! :)
*Rahatıma düşkünümdür, gün içerisinde giysilerimi seçerken rahatlığım ön plandadır hep ve beni o anda ne mutlu ediyorsa öyle giyinirim. Kalıplarım yoktur. O dönemlerde sürekli elbise tunikler giyer olmuştum altını ya taytlar ya da renkli çoraplar tamamlıyordu. İnsanlar "Canımm, ne hoş ne zarifsin. Nişanlılık havası çökmüş yüzüne, üstüne. Gelin gibi olmuşsun hemencecik." Yahu mor çorap giyen tunikli gelin adayı mı olur. Sanıyor musunuz kayınvalidemin arkadaşlarının olduğu bir yere giderken, "Melekler Korusun"un Özgür kızı gibi çıkacağım insanların karşısına, bu mudur yani! Hem benim üzerimde daha özne görmedikleri şeyler de değil :)
*Ha bir de telefon! Topluluktasınızdır, telefonunuza sms gelir ya da arayan olur. "Nişanlı kız nasıl da belli oluyor, bak arayanı var, gözlerinin içi gülüyor hemen! Bizden geçmiş." Yahu o telefon Ona özel değil ya, kimsesiz de değiliz birbirimizi arayan bir tek biz olalım. Tamam doğruluk payı var beni Onun kadar arayan yok, olsun mu yani? Ama bu her arayanın O olacağı anlamı da gelmez ki.
*Canım sıkılıyor, biraz yeni şeyler öğreneyim istedim ve rengarenk ipler aldım. İtalyan köylülerin yaptığı motifli battaniyelerden yapmaya karar verdim ama insanlar bu nişanlanma aşamasını bilmek bir yana sevgilim olduğunu bile bilmezken. Başlamıştım da her gittiğim yerde elimdeydi de, bu da sonrasında nişanlılığıma uyarlandı ve çeyiz yapıyor diye adım çıktı. Şimdi herkes örneğimin merakındaymış!
Nişanlılık evresi bizi ve ailelerimiz için bir süreçken, toplumun girdiği bu psikoloji meraktan mı ibaret yoksa toplum olarak psikolojik rahatsızlıklarımız mı söz konusu??
Bir de gerçekten çok çok güzel nişanlı olmak, sevdiğin adamla, kaymağı da ailelerin kaynaşması. Allah herkese en az bizimki kadar güzelini nasip etsin. Bu arada kayınvalidem gibi tatlı dilli, güzler yüzlü, sıcak yüreklisini çıkarsın karşınıza.
Ayrıca şimdi anlıyorum düğünümüzden birşey anlamadık ki diyen çiftleri, o tatlı telaşın içinde hızla akıp gidiyor herşey. Allah'tan ayrıntılar aklında kalıyor da anlatırken neler yaşadığını anlayabiliyorsun.
Sevgiler.