29 Ekim 2008 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü SEVGİ VE SAYGIYLA ANIYORUM

"Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir.
Öneri paketindeki bir Cümleyi sizlere okumak istiyorum.
Diyor ki ” Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası
Mustafa Kemal’dir. ”
Öneri nedir?
Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine,
Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir,
bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız ” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal.
Sonra nemi olur?
UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;
hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye.
O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
”Ben ATATÜRK’Ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum ” diyecektir.

İşte, o muhteşem belge diyor ki;


“ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU”


CUMHURİYETİMİZİN 85. YILI KUTLU OLSUN."


Atamızın bize bıraktığı bu güzel ülkede gelin birlik olalım ve cumhuriyetimize sahip çıkalım.

UYANIŞ


Blog tanımım da yazan "özgür alanım" ifadesi külliyen yalanmış, daha önceden bu durumu kabul etmiştim ama artık bu son erişim engeliyle "Yuuh." dedim. İnternet,bir nevi erişim özgürlüğü değil miydi ya??? Ben zararsızım nasıl bir genellemenin içinde 1 cümlelik açıklamaya hapsedildi blogum. Blogger neden mahkemelik oldu bilmiyorum, araştıracak zamanım da aklım da yer de yoktu onun için. Tümden gelimcilik gibi gözüken bu kavramın sebebini bilmeyi istiyorum. Bilmek... Sallanmak değil. Geçici olarak kaldırılmış yasak, delil eksiliğinden... Bari bizleri rahat bırakın ya, dandirik düşüncelerinizi bize bulaştırmayın, can sıkmayın!!!


(HASSASIM)



Bugün bizimkilerin ölüm yıldönümü, aramızdan ayrılalı tam 365 gün geçti, ateş düştüğü yeri yakıyor. Doğru... Daha dün gibi herşey, an be an, olup biten aklımda çok net,gözümün önünde her ayrıntı, kulağımda her ses... Berrak her görüntü, teferruatlar iç karartıcı can sıkıcı. Kolay mı bir çırpıda üç can eksildik bir aileden. Birbirine sevgi dolu, kenetlenmiş güzel bir aileydik biz. 365 sen artık ben de büyük değilsin, 1 saniye gibi hızlı... Azrail gibi gizli... Yaşam kadar değerlisin... Çoksun belki de hiç... Karışıksın, ne olduğunu biliyor musun??? 1 yaş büyültürken 1 yaş azaltan da sen değil misin?


Saniyeler

Dakikalar

7 Gün

48 Hafta

12 Ay
365 Gün

Yıllar

HAYAT...

Ayırdıklarından her geçen gün bizi uzaklaştırdığını düşündürüp özletirken aslında onlarla kavuşturmak için ağlarını ören sen değil misin? Sağ gösterip sol sallamak mı senin yaptığın? Herşeyi biliyorsun, hayıflanmasana da dersin şimdi bana. Garipsin kabul et. Ben de huzursuz ve karmaşık, biraz da huysuz demlerimdeyim galiba şu sıra. Bana sunduklarının ağırlığı çöktü üstüme. Bugün çok dua ettim, çok da gözyaşı döktüm. Canım yanıyordu... Mekanları cennet olsun, bugün onlar için toplanan o insanların güzellikleri onlara malum olmuştur umarım ve ettiğimiz dualar ruhlarına huzur vermiştir. Canım anneannem Osman çok severdi tatlıyı deyip 2. bir tatlı, kabak tatlısı ekledi menüye. İçi rahat etmedi, oğluşu da gelip bakmış mıdır tadına, izlemişler midir bir köşeden bizleri??? Dağınık belki de saçma cümleler kurdum, saçmalamaya ihtiyacım vardı, bugün acı dolu yüzündeydik madalyonun. Herkesin mutlaka bir acısı vardır içinde, hangi dinden hangi ırktan olursa olsun her zaman dua ettim gidenler için. Bu yazımı sonuna kadar sabredip okuduysan eğer bir duan yada küçük bir iyi dileğin olur mu onlar için??? Allah herkese sabır versin ve bu acılarımızı unutturacak acılar tattırmasın inşallah.


DAYIM&YENGEM

TEYZEM&ENİŞTEM

Hayatımdaki değerli nadir insanlardan en sevdiklerimden üçüydü onlar, zamansızca gidişinizle bize çok büyük acılar bıraktınız. Mekanınız cennet olsun.

23 Ekim 2008 Perşembe

BEYNİMİN KURMACALARI, İÇİMİN SIZILARI

Dün akşam 19:30 da Muhabbet Kart turne kapsamında Mustafa SANDAL konseri vardı, birkaç gün öncesinden planlarımızı yaptık. Yani hiçbirimiz Mustafa hayranı değiliz, hatta ben pop müzik bile dinlemem, sevmem. Biraz bunalan ruhlarımızı eğlendirmeye bahane oldu :) Konser alanı hemen anneannemlerin evinin dibiydi, bir de sahne 400 m2 olunca bizim teras loca oluverdi bir anda ;) Görüntü net, ses düzeni süperdi. Hımm, 15 kişiydik, herkes ayrı alemdi. Herkesin ortak paydası tabii ki eğlenceydi. Öncesinde annem, Elvan, Ben ve ufaklığımız Beyza konser alanına gittik. İlk parçasını dinleyip terasa çıkacağız, önce Mp3 denen o kızlar çıktı, galiba 3 kişilermiş biz ikisini gördük. Gülmek için ikisi de gayet yeterliydi, uuff kabus gibi 2 kız. Hareketler, mimikler ancak bu kadar salak gösterir insanı. Bir de kızcağızın mikrofonu açık unutup, o sırada da talihsizlik olup müziklerinin sesi dakikalık kesilince tam rezil oldular anında seksi dans figürleri girdi devreye, hahahaa, bu arada müzik var mı?? YOK. Bu 2 şebek dans ediyor. Oya&Bora'dan bildiğim o güzelim parçayı katlettiler, hatunun parçanın girişindeki "Aaaa...." olan kısımdaki kart sesini ise asla unutmam gibi :) Derken Musti çıktı kıpır kıpırdı yerinde duramayan o bildiğim Musti bir şarkısını söyledi ve biz terasımıza gittik, devamını rahat izlemek için... Çocukluk dönemlerimden hatırladığım kadarıyla hep aynı bu adam, yüzü, vücudu minyonluğu itibariyle hep gencecik gösterirken ten rengi, zayıflığından dolayı da yaşlı görünüyor sanki, bilmem işte karışık bir kavram. Sahnesi iyi, orkestrası süper ve ben bu adamın tüm parçalarına eksiksiz sözleriyle eşlik edip eğleniyorum. Hani ben pop müzik dinlemezdim ;) Galiba popularitesinden ve mazisinin çocukluk dönemlerime dayanmasından kaynaklanıyor. Bir de sevmediğim bir ayrıntı teknik ekip, orkestra hepsinin üzerinde muhabbet kart amblemi olan penyeler iyi fikir değilmiş. En azından orkestra da daha farklı birşeyler olabilirdi ;)





Elvan'la son günlerde sürekli pasta, çöreğe özellikle de tatlıya aş eriyoruz. Madem terasta olacağız, köy konserine çevirelim maksatlı kurabiye yaptım dün. İnanılmaz lezzetli oldu, öyle ki herkes bayıldı hatta babam için de eve bırakmıştık birkaç tane, biz gelene kadar silmiş süpürmüş, kim yaptı onu nasıl güzel birşeydi o, çok da hafifti dedi. Ben de madem bu kadar beğenildi hemen tarifini yazayım bloguma dedim. İşte size dünün özeli;

HİNDİSTAN CEVİZLİ KURABİYE

Malzemeler:

2 adet yumurta (1'inin akı üzerine sürülecek)

1 çay bardağı hindistan cevizi

1 çay bardağı tozşeker

1 paket yumuşak margarin

1 paket vanilya

1 paket kabartma tozu

3 su bardağı un (Ama bana yeterli gelmedi ve yaklaşık 1 su bardağına yakın un ilave ettim, yumuşak bir hamur elde edeceksiniz.)

Üzerine:

1 su bardağı hindistan cevizi

Yapılışı: Tüm malzemeleri iyice yoğurun ve küçük parçalar koparıp, yuvarlatın. Önce yumurtanın akına ardından hindistan cevizine batırın. Önceden ısıtılmış orta ısılı fırında 180 derecede pişirin. Pembeleştikten sonra sık sık kontrol edin, pişme süresi kısa olan bir hamur ve yakabilirsiniz :) Afiyet olsun.

Konserimiz bitti, ortalığı toparladık, babacığım aradı "Hadi." dedi, "Biraz yürüyüş yapalım, hava çok güzel." Ayrıntısını sonra paylaşmayı düşündüğüm bir konu müjdeledi bize. Kuzenim, Teyzem, annem ve babam...5'imiz yürürken hatta sohbete katılırken fark ettim ki aklım oralarda değil, burnum sızlıyor yine. Kendimi tutuyorum :( İnsan içi ne kadar acırsa acısın yanarsa yansın, neler yapıyor, neler geliyor içinden. Eğleneceği konserde yiyeceği şeye kadar düşünüyor. Gülüyor, hopluyor... Bunları yaşama engeli olursa aklımızda ya da içimizde bir yerlerde, eminim hayat denen bu güzelliğe tutunamazdık işte o zaman Allah'ın karşısında en büyük isyanımızla ezilirdik.

Düşünüyorum da biz çaresiz kaldığımız durumlar karşısında farkına varmaksızın savunmamızı hazırlıyoruz acaba katiller de bizler gibi mi? Her zaman durumlardan sıyrılacak güçleri ve kandırmacaları var mı?? İşte bu varsa bizler o zaman yandık...

Yazacağım bir sürü şey var ama 16:30'da msn'imin karşısında olmam gerekiyor ve öncesinde de annemle halletmem gereken dışarı işleri varken oyalanma Ebru kalk diyorum kendime. Daha hazırlanmalıyım. Tüm iyilikler bizlerle olsun...

21 Ekim 2008 Salı

CBYEFNMÖXİA ...SKIP...

Eğitim son derece önemliyken öğretim pek de umrum değil. Yanlış anlaşılmak istemiyorum, bu arada bahsettiğim tamamen üniversite öğretimi. Yani Türkiye şartlarında öğrencilerin seçimleri ya puanlarının yettiği yer doğrultusunda ya da ebeveynlerinin isteği yönünde oluyor, çok azı uzmanlaşmak istediği alanda okuyor maalesef...Fizik bölümünde okuyorum ve hiç sevmedim, nedense ilk yıllarda bırakmayı da düşünmedim. Tasarım üzerine birşeyler yapmak vardı hep içimde, bir de aşçılık eğitimi... Şu saatten sonra olmayacak bir şey değil. Ama gelin görün ki ben hep anaç ruhlu oldum. Çekirdek aileme dair bir sürü güzel ve basit isteklerim var, stressiz bir yaşam olacağından şüphem yok. İyi de yapan kötü de yapan biziz, öyle değil mi? Yığınla teferruat,planlanmış ya da hayali kurulmuş düşüncelerim var. Olması an meselesi ;) Okulumu, ayrı geçen zamanlarımızı herşeyi skip butonuyla geriye atmak istiyorum.Hayalini kurduğum aileme kavuşunca tekrar istediğim alanda öğrenim yapabilirim, hdguzhş, bir sürü şey ama önceliğim malum ;)
Huzur, sevgi, sağlık, aşk, sadakat, inanç, inceliklerin olduğu basit bir dünya, sıcacık bir sığınak,.....

18 Ekim 2008 Cumartesi

UYKUM KAÇTI TUTAMIYORUM

00:16
Yatağıma giriyorum.
Başım da tarifsiz ağrı var.
Hemen uyuyabiliyorum.
Kimbilir belki de gün içindeki ruhsal yorgunluğumun etki.
01:19
Annemin telefonu ısrarla çalıyor.
Babam fırlıyor.
Telefona yetişemiyor.
Hepimiz ayaklanıyoruz.
Ben duyduğum andan itibaren duymazlıktan geldim.
Aslında donup kaldım da diyebilirim.
Malum o haberi de uykumuzu bölen bir telefon sesiyle almıştık.
Korktum.
Korktuk.
Numaraya baktık.
Başka bir ülkeden aranmış annecik.
Kimselerimiz de yok ki...
Yanlış oldu.
Ama bizim gecemizde mahvoldu.
Uykusuna kaldığı yerden devam edebilen anne.
Uyku kaçağı olan tv başında bir baba.
Kaçırdığı uykusunu tutmaya çalışan bir genç kız yani ben.
Bir de karnıma kılıç gibi saplanan o ağrı.
Baş ağrısı.
Sağ sol her şekilde uyumaya çalışırken aklımda dolanan yığınla şey.
Ne tuhaf bir gündü.
Ne talihsiz zamanda yanlış aramaydı.
Köpekler kavga ediyor.
Uğultular dolu gecenin sessizliğinde.
Pc'min başına geçiyorum.
Yazıyorum ama yayınlamıyorum.
Ne olduğu belirsiz kan gibi lekelere bulanan fıstık kavurması.
İyiyi kötü yapanlar.
Sevaplar.
Günahlar.
Karmaşalar.
Polis koruması.
Beyin soğancığına darbe alan ufak prenses.
Su testisi yolunda kırılırmış.
Ölümler.
Ziyaretler.
Tuhaf bir gündü.
Öğleden sonra başlayan.
Gecenin bu saatinde devam eden.
Uyumalıyım.
Sabah olmalı.
Dün de bırakmalıyım.
Huzursuzluğu.
Tuhaflıkları.
Gözümü açmalıyım.
Sevgimle.
Mutluluğumla.
Masumluğumla.
Dinginliğimle.
Vurdumduymazlığımla...

17 Ekim 2008 Cuma

KOLAY OLAN ZOR DEĞİL Mİ???

2 genç, çocuk daha 26'sında kız ise 20'lerinin başlarında... jbvslköşdn bhzxiş Hiç uğruna toprak oldu, 3 gün önce aort damarlarını delip geçen kurşunun aldıklarına dayanamadı bedeni hayata varım diyemedi ve geçti gitti bugün 26'lık hayalleriyle.
Ardında kalanlar...
Onlara değinmek istemiyorum bile.
Dedikodular...
Hiç anlatmayım. Deşifre etmeyim.
Bilmediğimiz ama son zamanlarda haberlerini herkesin aldığı iki evde kazanlar kaynıyor şimdi, karşılıklı evlerde karşıt düşüncelerde. Durduk yere düşmanlar kazanılıyor, sıcağı sıcağına. Olan ölene mi oluyor, kalana mı?? Kalana kesinlikle!
Empati kurmayı çok mu abarttım, milletin derdine ben neden ağlar oldum??? Bugünlerde neden acır oldum, bu kadar sorgular oldum olayları, kişileri?? Neden üzülüyorum ben, bana ne? Bilmiyor muyum insanların sabit fikirliliğini, "insanoğlu çiğ süt emmiştir." lafının doğruluğunu, cahillikleriyle yıkanmış beyinlerinde var olan yanlışların düzeltilmesinin imkansızlığını... Bunlar karşısında ne çözüm bulursan bul, seni çaresizliğe sürüdüklerini. İsyanlardaydım. Birkaç gün önce yaşanan bir olayın gelişme kısmında aldığım ölüm haberiyle daha da yenileri eklendi artık akıl sır erdiremeyen bu aklıma. Kötü ailenin çocukları da mı kötü olmalı illa ki, ya küçük de olsa bir şans tanımak hayatına son vermekten daha mı zor, öldürmek neden kolay geliyor?!!! KOLAY OLAN ZOR DEĞİL Mİ aslında! Hiç bir kötülük bir insanı öldürmek için sebep olamaz, olmamalı. Kimilerinin bedeni, kimilerinin zihni öldürülüyor. Kime ne oluyor, nereye gidiyor dünyamız, yaşantımız???

10 Ekim 2008 Cuma

BUGÜNLERDE BÖYLEYİM İŞTE ;)

Biz insanlar mı demeliyim yoksa Biz Türkler mi, inanın şu an bunu kestiremiyorum. Belki yarına çözerim ;) Bugün akşamüstü çalmaya başlayan telefonlarım az önce gelen sms e kadar bunu düşünmeye sevk etmemişti beni. Uzun zamandır aramayan insanlar aradı, sms ler attı. İlk arayanla en son 1 yıl önce konuşmuştuk, günlerdir aklındaymışım bugüne kısmet olmuş, bir diğeri ise telefon rehberinde temizlik yaparken ismimi görüyor ve ne zamandır görüşmedim ayıp oldu deyip hal hatır sormaya arıyor, biri birşeyle ilgili arıyor derken ben "Acaba ölecek miyim, niye herkes durduk yere eften püften sebeplerle aynı gün içinde arayıp durdu ki??" diyorum. Sonrasında da "Gerçi aramak için mutlaka sebep gerekli, aklına gelmesi bile yeterli hatta." diyorum. Sonra "Ama aynı gün, yani ne bileyim üstüste olması da tuhaf." diyorum. En sonunda "Biz Türkler mutlaka olumsuz düşünmek zorunda mıyız? Mutlu ol ne güzel seven insanlar var seni, hatırlanıyorsun, aranıyorsun." ;) Derken "Acaba Türklere haksızlık mı ediyorum belki de tüm dünya insanlarının insani bir özelliğidir." zımpırtısı aklıma takılıveriyor.

Genelleme yapmak ne kadar doğru siz karar verin: Erkeklere ev işleri hiç düşmez bizlerde, düşenler de; ya girdikleri mutfakları yaptıkları yemekleri gözün görmeyeceği memnuniyetsizlikte pis bırakırlar ya da temizlik ise söz konusu mevzu arkalarından bir kez daha geçmek gerekecek durumdadır. Zaman kaybı, enerji kaybı herşey sayılabilir. Ama gelin görün ki dışarıda bu erkekler inanılmaz iyiler. En iyi aşçılara bakalım çoğu erkek, hangi restaurantta önüne bayanların elinden çıkmış yemekler geliyor yada?? Bugün kaymakamlık lojmanının merdivenlerini yıkayan bir görevli gördüm, adam mis etmiş yerleri bal dök yala, o kadar özenilmiş. Ver bakalım bu adamın eline sürügeyi, deterjanı, suyu belki 1-2 yapar ama o kadar daha fazlasını beklemeyin. Bunlar kadın işi, ev işi... Dışarıda herşey farklı... Ne zaman evdeki erkeklerle dışarıdakiler bir oldu ki zaten ;) Acaba bu özellik kimler için geçerli???

8 Ekim 2008 Çarşamba

SADECE HAYAL KURUYORUM ;)

Minik minik tuğlalarla örülmüş duvar önünde füme rengi köşeli hatlara sahip koltuklarımız olmalı,sedef beyazı duvarın önünde bir kısmı.Ahşap mobilyalara az da eskitme yeşil ferforjeler karışmış.Ahşaptan aynalar,köşelerde aydınlatmalarımız,yerlerde çıplaklığı hissettirecek küçüklükte halıcıklar...Her mevsim taze çiçeğimiz vazomuzda.Rengarenk yastıklar,dekoratif eşyalar cıvıltısını yaymalı evimize,belki de arada bir sadece fuşyalar...



Tavanla bütünleşen kitaplıkların arka fonu ferah olmalı,aydınlık bir renge bezemeli her yeri...Kahverengi koltuğumu koyacağım oraya,lobi tarzı:yüksek koçanları olan,kadifemsi,üzerine orta sertlikte minderleri var kahveli yeşilli ve aynı mat tonlarda halısı ortası yeşil iki yanı mavili.Ortada aynadan sehpaha,sahi kitaplığımızın rengi gri&kahve karışımı olsun mu??



Holdeki alçacık konsülün üstüne bir sürü miniminnacık tablolar asacağım,içlerinde alışageldik şeyler görülemeyecek ;) Dıştan bakılınca konsülün içini dolduran bir sürü kutucuklar görülmeli,hasırdan deriye çeşit çeşit....Üzerinde aksesuarlar yanında da bir deri sandalye eskinin ahşap sandalyelerine benzeyen.


Havası sevgiyle dolu, her yeri huzur bürümüş. Biz... Bunlara karar verecek tabii ki biziz, ben sadece hayal kuruyorum ;)