31 Aralık 2008 Çarşamba

YENİ YIL ESKİ YIL, NELER GÖTÜRDÜN GETİRDİKLERİN NELER OLACAK Kİ???


Reason to Believe - Rod Stewart



2 yıl öncesiydi, anneannemlerdeyiz tam da bugün. Kalabalığız oldukça, labirent gibidir yaşadıkları yapının içi de dışı da. Teraslar arası geçişler vardır cicianneye (notun dibi : annemin yengesine derim ben böyle, üveylik durumları değil yani..) , rahmetli Arize nineye...



[26 Aralık: Telefonum kapalıydı, 15:30 gibi fark ettim, açtım ve annemi aradım. Yorgun sesiyle


Annem: Ebruu


Ben: Anneee, ne yapıyorsun? Telefonumun kapalı olduğu yeni fark ettim ve açar açmaz seni aradım, bugün aramamışsın beni.


Annem: Babaannemin başında bekliyorumi ne yapayım.


Ben: Bugün nasıl Arize Nine?


Annem:Yerde yatıyor işte.


Ben: Neden yerde yatıyor ki?!!!


Annem: Çünkü öldü.


Ben: Öldü mü? Bana neden söylemedin? Nasıl yani öldü mü şimdi! Ben seni arayacağım, iyi değilim anne. ]



Neyse anlatmadan geçemedim, devamını anlatıp da o günü tekrarlamayı istemiyorum, en azından bugünü baş ve göz ağrısı olmadan geçireyim ;)

Kalabalık, herkes bir orada bir burada. Harala gürele bir curcunayla geçen saatlerin ardından tüm nefesler birleşiverdi ciciannelerde. Müzik cd hazırladık hemen kuzenle, yengem aradı "Ebuş üst çekmecede rujum var, onu da getir gelirken."


Ruj, cd, kamera, içki, aperatifler, çerezler, çerezler, çerezler... Süsler içinde bir teras ve adeta kıyafet balosuna gitmişsin izlenimi yaratan yetişkinler. Belki de doğru kelime değil bu ya sadece yüzlerine yaptıkları abuk makyaj ve vücutlarına doladıkları bırbınlar... Galiba kar da vardı, vardı, vardı. Ciciannemin kalburabastıları da vardı.


Eğlendikçe eğlendik, güldükçe güldük. Coştuk, dayımın dedemlere çaktırmamak adına el altından verdiği viskiler ardı ardına sıralandı tüm gençlere. Nurgül geldi sonradan aramıza, elinde kocaman bir yeni yıl pastası, elleriyle yapmış, lezizdi le-ziz! Nil'den bir parçayı ve bir de "Pump It'' 'i yine yine dinlemiştik. Aslında kayıtları da hala izlememiş olduğumu şimdi fark ettim. Bunları yazarken bile sızlıyorsa burnum izlemek şimdilik mümkün değil anlaşılan. Eniştem, Dayım, Yengem, Arize Ninem içten gülüşünüzü hiç unutmadım, bize oralardan gülücüklerinizi gönderin. İyiliklerinizi hissettirin. Dualarım hep sizlerle, yerinizde rahat olun. Bizi huzur içinde bekleyin.


Nasıl girersen yeni yıla öyle gider faso fisosu, yılın son aylarında hortlamıştı zaten. Hortlayan faso fiso kısmı kesinlikle. İnanmadığım lafın ispatı olmasaydı keşke. Kimin nerede oturduğunu, dayımın mimiklerini, yengemin sesini herşeyi an be an öyle net hatırlıyorum ki. Önemini çoktan yitirmiş yeni yıl kutlamarı, artık 2 yıldır hüzünlü, evdeysem huzursuzluk veren hep kalabalıklarla geçirmek istediğim sevimsiz tuhaf bir hal aldı. Geriye atmak istedikleriminin sesini duymamak için olsa gerek.


Şükürler olsun, acımızı unutturacak yeni bir acımız olmadı, sağlık sorunu, o, şu, bu yok işte sorunlar yoktu bu yıl. Yeni yılda da olmasın. Hep geçmişin hüznü olsun, mahsunluğu, burukluğu olsun. Hayatımıza sevinçler dolsun, huzurlu, sağlıklı, başarılı, mutlu, güzel kazançlı, sevgi dolu dostluklar, gülüşmelerle dolu keyifli anlar olsun.


Üzüntülerin, sıkıntıların, kötülerin ve kötülüklerin eski yılda kaldığı, herkes için yeni yılın tüm güzellikleri kucakladığı bir yıl olması dileğiyle. Mutlu seneler!!!



7 Aralık 2008 Pazar

KISA BİR BOŞLUK

Uzun zamandır yazamadığım blogumda yakın zamanda paylaşmayı plandığım çok şey var, bir sürü yenilikler :) Ama benim biraz daha zamana ihtiyacım var, biraz daha kendime, biraz daha bize. Bu arada birçok blog arkadaşımı okumaya gayret ediyorum.

Nice bayramları yüreğimizde daha fazla acı olmadan karşılamak nasip olsun. Herkese iyi bayramlar...

22 Kasım 2008 Cumartesi

UÇUK KAÇIK

İllüstrasyon Elif S. DAĞ'a aittir.
Uzun zamandır yazamamamdan da anlaşılacağı gibi koşuşturmalı ve stresli dönemin içindeydim. Tek bir sorun haricinde herşey yolunda. Ha bu arada ben nasılım, berbat :P 26 yıllık hayatımda ilk kez dudağımın alt ve üst kısmında aynı anda uçuklar çıktı. Üst dudağımın 1/3' ü alt dudağımın 2/3' ü uçuklarla kaplı, 3. gün doldu ve benimkilerde düzelme olsa da pek de iyi durumda sayılmam :( Kafamı ne zamandır kurcalayan şu dertten de kurtulsam başka da birşey kalmıyor herhalde huzurumu kaçıracak.

Bir de öğrenci affı durumu, beni kapsamadığını tam anlamıyla öğrenmiş bulunmaktayım ki bu da ayrı sorun. Oysa çok umudum vardı. Almak istediğim dersleri nasıl seçeceğime dair tüyoları almış, strateji belirlerken olacak iş değildi bu haber. Bunda da vardır bir hayır kaderciliğini benimsemekteyim. Allah'ım yardımına ihtiyacım var, hadi duy sesimi ve dualarımı kabul et, lütfen...

29 Ekim 2008 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü SEVGİ VE SAYGIYLA ANIYORUM

"Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir.
Öneri paketindeki bir Cümleyi sizlere okumak istiyorum.
Diyor ki ” Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası
Mustafa Kemal’dir. ”
Öneri nedir?
Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine,
Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir,
bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız ” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal.
Sonra nemi olur?
UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;
hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye.
O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
”Ben ATATÜRK’Ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum ” diyecektir.

İşte, o muhteşem belge diyor ki;


“ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU”


CUMHURİYETİMİZİN 85. YILI KUTLU OLSUN."


Atamızın bize bıraktığı bu güzel ülkede gelin birlik olalım ve cumhuriyetimize sahip çıkalım.

UYANIŞ


Blog tanımım da yazan "özgür alanım" ifadesi külliyen yalanmış, daha önceden bu durumu kabul etmiştim ama artık bu son erişim engeliyle "Yuuh." dedim. İnternet,bir nevi erişim özgürlüğü değil miydi ya??? Ben zararsızım nasıl bir genellemenin içinde 1 cümlelik açıklamaya hapsedildi blogum. Blogger neden mahkemelik oldu bilmiyorum, araştıracak zamanım da aklım da yer de yoktu onun için. Tümden gelimcilik gibi gözüken bu kavramın sebebini bilmeyi istiyorum. Bilmek... Sallanmak değil. Geçici olarak kaldırılmış yasak, delil eksiliğinden... Bari bizleri rahat bırakın ya, dandirik düşüncelerinizi bize bulaştırmayın, can sıkmayın!!!


(HASSASIM)



Bugün bizimkilerin ölüm yıldönümü, aramızdan ayrılalı tam 365 gün geçti, ateş düştüğü yeri yakıyor. Doğru... Daha dün gibi herşey, an be an, olup biten aklımda çok net,gözümün önünde her ayrıntı, kulağımda her ses... Berrak her görüntü, teferruatlar iç karartıcı can sıkıcı. Kolay mı bir çırpıda üç can eksildik bir aileden. Birbirine sevgi dolu, kenetlenmiş güzel bir aileydik biz. 365 sen artık ben de büyük değilsin, 1 saniye gibi hızlı... Azrail gibi gizli... Yaşam kadar değerlisin... Çoksun belki de hiç... Karışıksın, ne olduğunu biliyor musun??? 1 yaş büyültürken 1 yaş azaltan da sen değil misin?


Saniyeler

Dakikalar

7 Gün

48 Hafta

12 Ay
365 Gün

Yıllar

HAYAT...

Ayırdıklarından her geçen gün bizi uzaklaştırdığını düşündürüp özletirken aslında onlarla kavuşturmak için ağlarını ören sen değil misin? Sağ gösterip sol sallamak mı senin yaptığın? Herşeyi biliyorsun, hayıflanmasana da dersin şimdi bana. Garipsin kabul et. Ben de huzursuz ve karmaşık, biraz da huysuz demlerimdeyim galiba şu sıra. Bana sunduklarının ağırlığı çöktü üstüme. Bugün çok dua ettim, çok da gözyaşı döktüm. Canım yanıyordu... Mekanları cennet olsun, bugün onlar için toplanan o insanların güzellikleri onlara malum olmuştur umarım ve ettiğimiz dualar ruhlarına huzur vermiştir. Canım anneannem Osman çok severdi tatlıyı deyip 2. bir tatlı, kabak tatlısı ekledi menüye. İçi rahat etmedi, oğluşu da gelip bakmış mıdır tadına, izlemişler midir bir köşeden bizleri??? Dağınık belki de saçma cümleler kurdum, saçmalamaya ihtiyacım vardı, bugün acı dolu yüzündeydik madalyonun. Herkesin mutlaka bir acısı vardır içinde, hangi dinden hangi ırktan olursa olsun her zaman dua ettim gidenler için. Bu yazımı sonuna kadar sabredip okuduysan eğer bir duan yada küçük bir iyi dileğin olur mu onlar için??? Allah herkese sabır versin ve bu acılarımızı unutturacak acılar tattırmasın inşallah.


DAYIM&YENGEM

TEYZEM&ENİŞTEM

Hayatımdaki değerli nadir insanlardan en sevdiklerimden üçüydü onlar, zamansızca gidişinizle bize çok büyük acılar bıraktınız. Mekanınız cennet olsun.

23 Ekim 2008 Perşembe

BEYNİMİN KURMACALARI, İÇİMİN SIZILARI

Dün akşam 19:30 da Muhabbet Kart turne kapsamında Mustafa SANDAL konseri vardı, birkaç gün öncesinden planlarımızı yaptık. Yani hiçbirimiz Mustafa hayranı değiliz, hatta ben pop müzik bile dinlemem, sevmem. Biraz bunalan ruhlarımızı eğlendirmeye bahane oldu :) Konser alanı hemen anneannemlerin evinin dibiydi, bir de sahne 400 m2 olunca bizim teras loca oluverdi bir anda ;) Görüntü net, ses düzeni süperdi. Hımm, 15 kişiydik, herkes ayrı alemdi. Herkesin ortak paydası tabii ki eğlenceydi. Öncesinde annem, Elvan, Ben ve ufaklığımız Beyza konser alanına gittik. İlk parçasını dinleyip terasa çıkacağız, önce Mp3 denen o kızlar çıktı, galiba 3 kişilermiş biz ikisini gördük. Gülmek için ikisi de gayet yeterliydi, uuff kabus gibi 2 kız. Hareketler, mimikler ancak bu kadar salak gösterir insanı. Bir de kızcağızın mikrofonu açık unutup, o sırada da talihsizlik olup müziklerinin sesi dakikalık kesilince tam rezil oldular anında seksi dans figürleri girdi devreye, hahahaa, bu arada müzik var mı?? YOK. Bu 2 şebek dans ediyor. Oya&Bora'dan bildiğim o güzelim parçayı katlettiler, hatunun parçanın girişindeki "Aaaa...." olan kısımdaki kart sesini ise asla unutmam gibi :) Derken Musti çıktı kıpır kıpırdı yerinde duramayan o bildiğim Musti bir şarkısını söyledi ve biz terasımıza gittik, devamını rahat izlemek için... Çocukluk dönemlerimden hatırladığım kadarıyla hep aynı bu adam, yüzü, vücudu minyonluğu itibariyle hep gencecik gösterirken ten rengi, zayıflığından dolayı da yaşlı görünüyor sanki, bilmem işte karışık bir kavram. Sahnesi iyi, orkestrası süper ve ben bu adamın tüm parçalarına eksiksiz sözleriyle eşlik edip eğleniyorum. Hani ben pop müzik dinlemezdim ;) Galiba popularitesinden ve mazisinin çocukluk dönemlerime dayanmasından kaynaklanıyor. Bir de sevmediğim bir ayrıntı teknik ekip, orkestra hepsinin üzerinde muhabbet kart amblemi olan penyeler iyi fikir değilmiş. En azından orkestra da daha farklı birşeyler olabilirdi ;)





Elvan'la son günlerde sürekli pasta, çöreğe özellikle de tatlıya aş eriyoruz. Madem terasta olacağız, köy konserine çevirelim maksatlı kurabiye yaptım dün. İnanılmaz lezzetli oldu, öyle ki herkes bayıldı hatta babam için de eve bırakmıştık birkaç tane, biz gelene kadar silmiş süpürmüş, kim yaptı onu nasıl güzel birşeydi o, çok da hafifti dedi. Ben de madem bu kadar beğenildi hemen tarifini yazayım bloguma dedim. İşte size dünün özeli;

HİNDİSTAN CEVİZLİ KURABİYE

Malzemeler:

2 adet yumurta (1'inin akı üzerine sürülecek)

1 çay bardağı hindistan cevizi

1 çay bardağı tozşeker

1 paket yumuşak margarin

1 paket vanilya

1 paket kabartma tozu

3 su bardağı un (Ama bana yeterli gelmedi ve yaklaşık 1 su bardağına yakın un ilave ettim, yumuşak bir hamur elde edeceksiniz.)

Üzerine:

1 su bardağı hindistan cevizi

Yapılışı: Tüm malzemeleri iyice yoğurun ve küçük parçalar koparıp, yuvarlatın. Önce yumurtanın akına ardından hindistan cevizine batırın. Önceden ısıtılmış orta ısılı fırında 180 derecede pişirin. Pembeleştikten sonra sık sık kontrol edin, pişme süresi kısa olan bir hamur ve yakabilirsiniz :) Afiyet olsun.

Konserimiz bitti, ortalığı toparladık, babacığım aradı "Hadi." dedi, "Biraz yürüyüş yapalım, hava çok güzel." Ayrıntısını sonra paylaşmayı düşündüğüm bir konu müjdeledi bize. Kuzenim, Teyzem, annem ve babam...5'imiz yürürken hatta sohbete katılırken fark ettim ki aklım oralarda değil, burnum sızlıyor yine. Kendimi tutuyorum :( İnsan içi ne kadar acırsa acısın yanarsa yansın, neler yapıyor, neler geliyor içinden. Eğleneceği konserde yiyeceği şeye kadar düşünüyor. Gülüyor, hopluyor... Bunları yaşama engeli olursa aklımızda ya da içimizde bir yerlerde, eminim hayat denen bu güzelliğe tutunamazdık işte o zaman Allah'ın karşısında en büyük isyanımızla ezilirdik.

Düşünüyorum da biz çaresiz kaldığımız durumlar karşısında farkına varmaksızın savunmamızı hazırlıyoruz acaba katiller de bizler gibi mi? Her zaman durumlardan sıyrılacak güçleri ve kandırmacaları var mı?? İşte bu varsa bizler o zaman yandık...

Yazacağım bir sürü şey var ama 16:30'da msn'imin karşısında olmam gerekiyor ve öncesinde de annemle halletmem gereken dışarı işleri varken oyalanma Ebru kalk diyorum kendime. Daha hazırlanmalıyım. Tüm iyilikler bizlerle olsun...

21 Ekim 2008 Salı

CBYEFNMÖXİA ...SKIP...

Eğitim son derece önemliyken öğretim pek de umrum değil. Yanlış anlaşılmak istemiyorum, bu arada bahsettiğim tamamen üniversite öğretimi. Yani Türkiye şartlarında öğrencilerin seçimleri ya puanlarının yettiği yer doğrultusunda ya da ebeveynlerinin isteği yönünde oluyor, çok azı uzmanlaşmak istediği alanda okuyor maalesef...Fizik bölümünde okuyorum ve hiç sevmedim, nedense ilk yıllarda bırakmayı da düşünmedim. Tasarım üzerine birşeyler yapmak vardı hep içimde, bir de aşçılık eğitimi... Şu saatten sonra olmayacak bir şey değil. Ama gelin görün ki ben hep anaç ruhlu oldum. Çekirdek aileme dair bir sürü güzel ve basit isteklerim var, stressiz bir yaşam olacağından şüphem yok. İyi de yapan kötü de yapan biziz, öyle değil mi? Yığınla teferruat,planlanmış ya da hayali kurulmuş düşüncelerim var. Olması an meselesi ;) Okulumu, ayrı geçen zamanlarımızı herşeyi skip butonuyla geriye atmak istiyorum.Hayalini kurduğum aileme kavuşunca tekrar istediğim alanda öğrenim yapabilirim, hdguzhş, bir sürü şey ama önceliğim malum ;)
Huzur, sevgi, sağlık, aşk, sadakat, inanç, inceliklerin olduğu basit bir dünya, sıcacık bir sığınak,.....

18 Ekim 2008 Cumartesi

UYKUM KAÇTI TUTAMIYORUM

00:16
Yatağıma giriyorum.
Başım da tarifsiz ağrı var.
Hemen uyuyabiliyorum.
Kimbilir belki de gün içindeki ruhsal yorgunluğumun etki.
01:19
Annemin telefonu ısrarla çalıyor.
Babam fırlıyor.
Telefona yetişemiyor.
Hepimiz ayaklanıyoruz.
Ben duyduğum andan itibaren duymazlıktan geldim.
Aslında donup kaldım da diyebilirim.
Malum o haberi de uykumuzu bölen bir telefon sesiyle almıştık.
Korktum.
Korktuk.
Numaraya baktık.
Başka bir ülkeden aranmış annecik.
Kimselerimiz de yok ki...
Yanlış oldu.
Ama bizim gecemizde mahvoldu.
Uykusuna kaldığı yerden devam edebilen anne.
Uyku kaçağı olan tv başında bir baba.
Kaçırdığı uykusunu tutmaya çalışan bir genç kız yani ben.
Bir de karnıma kılıç gibi saplanan o ağrı.
Baş ağrısı.
Sağ sol her şekilde uyumaya çalışırken aklımda dolanan yığınla şey.
Ne tuhaf bir gündü.
Ne talihsiz zamanda yanlış aramaydı.
Köpekler kavga ediyor.
Uğultular dolu gecenin sessizliğinde.
Pc'min başına geçiyorum.
Yazıyorum ama yayınlamıyorum.
Ne olduğu belirsiz kan gibi lekelere bulanan fıstık kavurması.
İyiyi kötü yapanlar.
Sevaplar.
Günahlar.
Karmaşalar.
Polis koruması.
Beyin soğancığına darbe alan ufak prenses.
Su testisi yolunda kırılırmış.
Ölümler.
Ziyaretler.
Tuhaf bir gündü.
Öğleden sonra başlayan.
Gecenin bu saatinde devam eden.
Uyumalıyım.
Sabah olmalı.
Dün de bırakmalıyım.
Huzursuzluğu.
Tuhaflıkları.
Gözümü açmalıyım.
Sevgimle.
Mutluluğumla.
Masumluğumla.
Dinginliğimle.
Vurdumduymazlığımla...

17 Ekim 2008 Cuma

KOLAY OLAN ZOR DEĞİL Mİ???

2 genç, çocuk daha 26'sında kız ise 20'lerinin başlarında... jbvslköşdn bhzxiş Hiç uğruna toprak oldu, 3 gün önce aort damarlarını delip geçen kurşunun aldıklarına dayanamadı bedeni hayata varım diyemedi ve geçti gitti bugün 26'lık hayalleriyle.
Ardında kalanlar...
Onlara değinmek istemiyorum bile.
Dedikodular...
Hiç anlatmayım. Deşifre etmeyim.
Bilmediğimiz ama son zamanlarda haberlerini herkesin aldığı iki evde kazanlar kaynıyor şimdi, karşılıklı evlerde karşıt düşüncelerde. Durduk yere düşmanlar kazanılıyor, sıcağı sıcağına. Olan ölene mi oluyor, kalana mı?? Kalana kesinlikle!
Empati kurmayı çok mu abarttım, milletin derdine ben neden ağlar oldum??? Bugünlerde neden acır oldum, bu kadar sorgular oldum olayları, kişileri?? Neden üzülüyorum ben, bana ne? Bilmiyor muyum insanların sabit fikirliliğini, "insanoğlu çiğ süt emmiştir." lafının doğruluğunu, cahillikleriyle yıkanmış beyinlerinde var olan yanlışların düzeltilmesinin imkansızlığını... Bunlar karşısında ne çözüm bulursan bul, seni çaresizliğe sürüdüklerini. İsyanlardaydım. Birkaç gün önce yaşanan bir olayın gelişme kısmında aldığım ölüm haberiyle daha da yenileri eklendi artık akıl sır erdiremeyen bu aklıma. Kötü ailenin çocukları da mı kötü olmalı illa ki, ya küçük de olsa bir şans tanımak hayatına son vermekten daha mı zor, öldürmek neden kolay geliyor?!!! KOLAY OLAN ZOR DEĞİL Mİ aslında! Hiç bir kötülük bir insanı öldürmek için sebep olamaz, olmamalı. Kimilerinin bedeni, kimilerinin zihni öldürülüyor. Kime ne oluyor, nereye gidiyor dünyamız, yaşantımız???

10 Ekim 2008 Cuma

BUGÜNLERDE BÖYLEYİM İŞTE ;)

Biz insanlar mı demeliyim yoksa Biz Türkler mi, inanın şu an bunu kestiremiyorum. Belki yarına çözerim ;) Bugün akşamüstü çalmaya başlayan telefonlarım az önce gelen sms e kadar bunu düşünmeye sevk etmemişti beni. Uzun zamandır aramayan insanlar aradı, sms ler attı. İlk arayanla en son 1 yıl önce konuşmuştuk, günlerdir aklındaymışım bugüne kısmet olmuş, bir diğeri ise telefon rehberinde temizlik yaparken ismimi görüyor ve ne zamandır görüşmedim ayıp oldu deyip hal hatır sormaya arıyor, biri birşeyle ilgili arıyor derken ben "Acaba ölecek miyim, niye herkes durduk yere eften püften sebeplerle aynı gün içinde arayıp durdu ki??" diyorum. Sonrasında da "Gerçi aramak için mutlaka sebep gerekli, aklına gelmesi bile yeterli hatta." diyorum. Sonra "Ama aynı gün, yani ne bileyim üstüste olması da tuhaf." diyorum. En sonunda "Biz Türkler mutlaka olumsuz düşünmek zorunda mıyız? Mutlu ol ne güzel seven insanlar var seni, hatırlanıyorsun, aranıyorsun." ;) Derken "Acaba Türklere haksızlık mı ediyorum belki de tüm dünya insanlarının insani bir özelliğidir." zımpırtısı aklıma takılıveriyor.

Genelleme yapmak ne kadar doğru siz karar verin: Erkeklere ev işleri hiç düşmez bizlerde, düşenler de; ya girdikleri mutfakları yaptıkları yemekleri gözün görmeyeceği memnuniyetsizlikte pis bırakırlar ya da temizlik ise söz konusu mevzu arkalarından bir kez daha geçmek gerekecek durumdadır. Zaman kaybı, enerji kaybı herşey sayılabilir. Ama gelin görün ki dışarıda bu erkekler inanılmaz iyiler. En iyi aşçılara bakalım çoğu erkek, hangi restaurantta önüne bayanların elinden çıkmış yemekler geliyor yada?? Bugün kaymakamlık lojmanının merdivenlerini yıkayan bir görevli gördüm, adam mis etmiş yerleri bal dök yala, o kadar özenilmiş. Ver bakalım bu adamın eline sürügeyi, deterjanı, suyu belki 1-2 yapar ama o kadar daha fazlasını beklemeyin. Bunlar kadın işi, ev işi... Dışarıda herşey farklı... Ne zaman evdeki erkeklerle dışarıdakiler bir oldu ki zaten ;) Acaba bu özellik kimler için geçerli???

8 Ekim 2008 Çarşamba

SADECE HAYAL KURUYORUM ;)

Minik minik tuğlalarla örülmüş duvar önünde füme rengi köşeli hatlara sahip koltuklarımız olmalı,sedef beyazı duvarın önünde bir kısmı.Ahşap mobilyalara az da eskitme yeşil ferforjeler karışmış.Ahşaptan aynalar,köşelerde aydınlatmalarımız,yerlerde çıplaklığı hissettirecek küçüklükte halıcıklar...Her mevsim taze çiçeğimiz vazomuzda.Rengarenk yastıklar,dekoratif eşyalar cıvıltısını yaymalı evimize,belki de arada bir sadece fuşyalar...



Tavanla bütünleşen kitaplıkların arka fonu ferah olmalı,aydınlık bir renge bezemeli her yeri...Kahverengi koltuğumu koyacağım oraya,lobi tarzı:yüksek koçanları olan,kadifemsi,üzerine orta sertlikte minderleri var kahveli yeşilli ve aynı mat tonlarda halısı ortası yeşil iki yanı mavili.Ortada aynadan sehpaha,sahi kitaplığımızın rengi gri&kahve karışımı olsun mu??



Holdeki alçacık konsülün üstüne bir sürü miniminnacık tablolar asacağım,içlerinde alışageldik şeyler görülemeyecek ;) Dıştan bakılınca konsülün içini dolduran bir sürü kutucuklar görülmeli,hasırdan deriye çeşit çeşit....Üzerinde aksesuarlar yanında da bir deri sandalye eskinin ahşap sandalyelerine benzeyen.


Havası sevgiyle dolu, her yeri huzur bürümüş. Biz... Bunlara karar verecek tabii ki biziz, ben sadece hayal kuruyorum ;)

30 Eylül 2008 Salı

İYİ BAYRAMLAR...

Sevgiyle,
Huzurla,
Mutlulukla,
Sağlıkla,
Sevdiklerimizle geçireceğimiz nice bayramlara.
HERKESİN ŞEKER BAYRAMI KUTLU OLSUN !

26 Eylül 2008 Cuma

ŞEFTALİLİ TART(VARİ)

Şu resmi görünce iştahınızın kabarsını inanın çok isterdim, çünkü ben yaptım ve oldukça da lezzetli tartvari birşey, görünüşü de çeksin istiyor insan ;) Uzun zamandır tarif vermiyordum, oruç tutunca da ben daha bir oburlaşıorum, gözüm herşeyde kalıyor. Eğer siz de benim gibi acıktıkça yemek kitapları siteleri karıştırıp sonra da kalkıp yapanlardansanız, gelin bitmek de olan son şeftalilerle bu tartı yapın. Hem ramazan için hafif hem de lezzetli... İşte tarifi;

Hamuru için;
125 gr. oda sıcaklığında margarin
1 çay bardağı pudra şekeri
1 adet yumurtanın sarısı
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
4 çay bardağı un

Margarin, pudra şekeri ve yumurta sarısını bir kaba alıp karıştırın. Un, vanilya ve kabartma tozunu ekleyip iyice yoğurun. Hamuru yağlanmış tart kalıbına elinşzle yayın. Önceden ısıtılmış 170 derece fırında pembeleşene kadar pişirin. Tart hamurunu soğuması için kenara alın.

Krema için;
2 subardağı süt
3 çorba kaşığı tozşeker
2 su bardağı süt

Krema için süt, yumurta, tozşeker ve unu bir tencereye alın. Devamlı karıştırarak pişirin. Kremayı tartın üzerine yayıp soğumaya bırakın.

Üzeri için;
Şeftali dilimleri (Kalıbınızın yüzeyine ve dizme şekline bağlı adedini belirlersiniz :)
Tozşeker (Bu da tamamen isteğinize bağlı, miktarı da, kullanıp kullanmayacağınızda)

Ben şeftali dilimlerini biraz şekerleyip fırınladım ve ondan sonra tepeleme koyduğum kremanın üzerine dizdim. Galiba bu krema tepesi yüzünden tartlıktan çıktı, kuşkum doğru galiba ;)

En üstüne de isterseniz benim gibi hazır meyve soslarından dökebilir ve bu tartı taze nane yapraklarıyla süsleyebilirsiniz. Meyve sosunu arkasında yazdığı gibi yaptım. 1saat bekledikten sonra servise hazır. Ramazanın son günlerinde farklılık isteyenlere yapımı kolay bir tart tarifi, afiyet olsun...Bir de yanına eğer serin birşeyler iyi olurdu derseniz size Cenk'ten süper bir limonata tarifi, ben yaptım ve anında tükendi, çok çok çok lezzetli hakikaten. Ben seve seve kefil olurum :)

Bu arada herkesin kandili kutlu olsun, Allah tekrarına erdirsin...


24 Eylül 2008 Çarşamba

SEN DE Mİ KAZIM KANAT!!!

KAZIM KANAT'I DA KAYBETTİK.

"Kazım KANAT:Ölümü gördüm. Uçtuğumu hissettim, denizlerin, yeşilliklerin üzerinden uçuyordum. Mutluydum. Doktora "Ölüm buysa, çok güzeldi, aynı ilacı verin, tekrar gideyim," dedim. "

Ölümün yüreğin gibi, doktoruna da söylediğin gibi gelmiştir umarım sana,güzelliğiyle...

Bu adamı hep ayrı sevdim, hep birşeyler buldum, gördüm beni çeken. Medyadan biliyorum, tanışmışlığım falan yok ama hep farklıydı bende Sevgili Kazım KANAT...Öyle ki burada yazdığım Tulumba Listesi ( The Bucket List) listemde bile 13. madde Kazım KANAT ile sohbet etmek şeklindeydi. Ölmeden önce yapmak istediklerim listemin 13. maddesine yetemedi ömrü yada ben yavaş davrandım, fırsatım vardı çünkü... Oysa ne mücadelelerle atlatmıştı kolon kanserini, ne güzel örnek olmuştu insanlara yaşamıyla...

Bu sabah yıkıntım çok büyük oldu, değer verdiğim insanlardan biri daha ayrıldı aramızdan. O'nunla ilgili derlediğim biraz da kendimden birşey eklediğim bir Kazım KANAT postum olacaktı, bu kadar sevgiye, değere yazmadan geçmezdim O'nu ama minik bir ajandam var, yazılmak için daha zamanının olduğunu düşündüğüm ve bilgi,vs biriktirdiğim. Daha fazla bekletmeyeceğim ama şu an yazacak halde de değilim galiba.

Allah rahmet eylesin. Mekanın cennet olsun Kazım KANAT. Dualarım seninle ve hep kalbimde olacaksın.

23 Eylül 2008 Salı

İKİ CÜMLEYLE TRABZON HAVASI :p

Gizem anlık çıkışıyla Trabzon'u iki cümleyle harika betimlemiş. Hemen kullanım izni aldım, uyardı beni kullan ancak bir yerlerden aklımda kalmış olabilir, Anonim olma ihtimali var ;) "BU ŞEHİRDE HAFTANIN İKİ GÜNÜ YAĞMUR YAĞAR.

BİRİ 4 GÜN,

DİĞERİ 3 GÜN SÜRER."

22 Eylül 2008 Pazartesi

KÜÇÜK BİR ARI&ANI&KARDEŞ


Ergenlik dönemimi çok hassas geçirdim :P Herşeye ağlayabilecek potansiyele sahip bildiğiniz zırıldaklardandım. Oysa hayatım boyunca kaprisli, mızmız biri olmadım. Belki de o dönem kotayı doldurdum ben ;) En yakınım, can dostum, en sevdiğim, ayrılmaz ikilinin diğer yarısı Burçin'le sürekli bir aradayız. Sevgilim olsa bu kadar vakit geçiremezdim inanın. Okulda, okul sonrası dersane&özel derslerde beraberdik hep. Akşamları, gündüzleri tüm zamanları beraber geçirdik. Zaten eve girdiğimiz gibi de telefonla devam ederdik. O denli manyakça bağlılığımız vardı. Genellikle canım arkadaşım bize geldiğinde karşılaştığımız bir sorunumuz vardı: Sevgili ufaklığım Selçuk. Benim bizden 6 yaş küçük erkek modelim,kız güzelim ;) Tam kız-erkek ilişkileri vs durumları keşfedilmiş konuşulacak gizli kapaklı şeyler var, çocuk çıkmıyor ki çıksın. Kavgalar, bağırtılar çağırmalar, yok çıkmaz.Bir gün nasıl olduysa odamdayız ve Selçuk yok, hemen odanın kapısını kilitledik, O gelecek ve açamayacak zırıldayacak gidecek...Oooh kafamız rahat, konuştukça konuştuk, neyse lafın sonu geldi ve o da ne!!! Benim yatak örtüsü bir kıkırdamayla hareketleniverdi. Benim zeki ufaklık sen gir yatağın altına nonstop kayıda al herşeyi, bülbül gibi şakırdadı cümlelerimizi ardı ardına.Eee tabii beyin genç yorgun değil, yaptığı şeyden de zevk alınca: yandı gülüm keten helva :) Annemlere söylemeyecek anlaştık ama yetiştirdi tabii hemen.


Gel zaman git zaman servisteyiz Ufuk diye arkadaşım var, bana bir heyecan perdelerine takılıp kalmış bir arıdan bahsediyor, arı perdeden kurtulamamış ölmüş ve kurumuş.Ufuk'a rica minnet arıyı getirttim.Selçuk odama mı girdi çıksın mı istiyorum, arıcığı koyuyordum bir yere sonra yaygarayı koparıyordum arı var arı var diye ve operasyon 4*4'lük işliyor, Selçuk'u şutluyorduk dışarı.Hemen ardından arıcığımızı kutusuna koyup kaldırıyorduk başka operasyonlar için.Yıllar sonra üniversiteyi kazanıp evden ayrılma vakti geldiğinde o arıyı birtanecik kardeşime hediye ettim ve durumu anlattım, güldük, ben biraz buruldum. Çünkü O'nun arıya alerjisi var ve yıllarca tedavi gördü, ölümüne sebep olacak özel durumundan yararlanmış olmak üzdü. Bunu anlamak için o yaşa gelmeliymişim demek ki. Allah'a şükürler olsun şu an arı kardeşim için tehdit unsuru değil :) Aradan yine yıllar geçti ve benim küçüğüm büyüdü, bugün üniversiteye gitmek üzere kapımızdan çıkıp gitti, biz de ardından el salladık, dualar ettik. Ben giderken çok duydum, şimdi sürekli aklımda aynı cümleler O'nun için tekrar ediyor. O artık bu evde misafir, uçtu gitti. Ben O'nu şimdiden özlemeye başladım.1 hafta sonra 3 haftalığına gelecek olman burukluğumu azaltsa da bir parça yokluğunda ne yapacağımı kara kara düşünüyorum ufaklık. Biraz da gözyaşı döküyorum, uufff. Çekilmez olmaya başlıyorum yine. Selçuk çok sevildiğini hiç unutma, yüreğinde bunu hissetmeni hep sağlayacağım. Seni bekliyorum Lost in Lost durumundan ;)

21 Eylül 2008 Pazar

Kalabalık içinde yalnız bir adam...


"Yaşlı bu, dizleri ağrıyor, günah" diyerek,

1 trilyon lirayı buhar ettiği mahkeme kararıyla tescillendiği için hapse mahkûm olan Erbakan’ı, önce "romatizma olur, yaşı da var, günah" diyerek, Altınoluk’taki havuzlu tripleks yazlığına göndereceksin, sonra "yaşlı zaten, cumaya gidemediği için morali bozuk, günah" diyerek, Cumhurbaşkanı marifetiyle affedeceksin; buna mukabil, 67 yaşındaki Şener Eruygur’u sabahın kör karanlığında polis baskınıyla pijama terlik gözaltına alıp, tansiyon hastası olduğu için sorgusunda bayılıp hastaneye kaldırıldığı halde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmayıp, içeri tıkacaksın, henüz iddianamesi bile olmadığı halde yandaş medyanın manşetlerinde hunharca linç edeceksin, hırsızlar dolandırıcılar hainler pişmiş kelle gibi sırıtarak aramızda dolaşırken, her namuslu onurlu insan gibi, içine ata ata, kendini yiye yiye, kendine zarar verecek, beyin kanaması geçirecek, koma halinde hastaneye kaldırılacak, ölümle yaşam arasında çizgi o kadar yakın ki, GATA’ya bile götüremeyeceksin... Ve, gık çıkarmayacaksın.

*

Birine öyle.

Birine böyle.

*

Belki izlemişsinizdir...

Beyin tomografisi çekildi.

Paravanla getirdiler.

Kameralarla arasına perde çektiler.

Niye biliyor musunuz?

Görmeyelim de...

Utancımız katlanmasın diye.

*

Hadise hepimizin ülkesinde yaşandığına göre... Sadece yandaş medya değil; siyasiler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, polis, asker, laik olduğunu iddia eden, Atatürkçü ama mütedeyyin olduğunu iddia eden vatandaşlar, hepimiz, hiç yüzünü çevirme başka tarafa, bu ayıpla yaşayacağız bundan sonra.

Hürriyet Gazetesi yazarı YILMAZ ÖZDİL'İN bugünki yazısı.

Her zamazn ki kısa ve net anlatımıyla olayın bam teline vurmuş yine.

Söylenecek pek de birşey kalmıyor geriye,

insan düşüncenin dibine vurup vurup çıkıyor sadece.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Ah SEZEN Ah

İnsanların olmazsa olmazları vardır ya. Benim de müzik konusundaki olmazsa olmazlarımdan Duman, Athena ve Kurban var mesela. Hep aman bu gruplar sakın dağılmasın der dururum da gerçi biri dağıldı :) Bu arada sadece türkleri ele alıyorum, bir de yabancı sanatçılara dalarsam hem listem kabarır hem de postum amacından sapar. Pamela SPENCE'i çok severek dinliyorum, canlı performansıyla tanımış sonra hep dinler olmuştum.
Birkaç yıl önce Antalya'ya tatile gidiyoruz. Umarım Sezen AKSU yada Pamela konseri vardır diyorum ve Antalya'ya giriyoruz hemen Sezen konseri afişleri gözüme çarpıyor. Seviniyorum ama gidemiyorum, çünkü hemen o akşamdı konseri ve organize olamıyoruz. Kuzenim arıyor bir akşam hadi çıkalım dışarı diyor, çıkıyoruz Antalya'da sevdiğim mekanlardan biri olan Jolly Joker XL'a gidiyoruz ve bir de öğreniyoruz ki benim tatilin son akşamı Pamela konseri var :) Yuuppi, işte yakalayabildiğim bir dilek ;) Kalbim temiz benim kes-sin. Çok da eğlendiğim bir gece geçirdim, Pamela'nın canlı performans seyre değer, etkileyici güzellikte.
Aradan 2 yıl geçiyor...
Mayıs 2008 geliyor.
KTU bahar şenlikleri başlıyor.
O çok arzu ettiğim başımı göklere erdirecek Sezen AKSU konseri işte tam burada yaşanmayı bekliyor :)
Neden böyle bir kıyak geçmek istediyse Rektörlük, pek de kurcalamadım. Konserler geldi geçti ve son gün final artık, beklenen konser zamanı geldi Minik Serçe sahnede. Ben en güzel yerde kulis tarafındayım, ekibinin hemen dibindeyim ve çok da eğleniyoruz, ekip kıpır kıpır... Sezen sahneye çıkacak önümden geçiyor, fiziksel anlamda hiçbir dumur durumum yok. Şarkılar başladı ardı ardına söylenmeye. Ekibine de sık sık dönüyor, aşağıda biz yukarıda O oynuyor özetle Sezen'e ekibi tam gazı veriyor. Bu anlardan birinde ben de yukarıdaki bu fotoğrafı çekiyorum ;) Birkaç şarkı da beklediğim performans vardı ama ne diğer parça seçimleri ne de sesi iyi değildi, Sezen'in tüm büyüsü bozuldu. Ben mutsuz oldum. Verdiği aralarda bir de acımaya başladım, yürümek de bile zorluk çeken tıpkı yaşayan ölü gibiydi. O haline göre sahnede yine iyiydi demedim de değil. Sezen eski Sezen değil!!! Keşke o konserde olmasaydım da Sezen tüm ihtişamıyla belleğimde varlığını sürdürseydi. Ah Sezen ah...

16 Eylül 2008 Salı

OZZY DAYIM'A...

Her gelen yıl büyüttük yaşını, saydık, dalga geçtik, güldük... 16 Eylül. Bu yıl doğum gününün hemen ardındaki ayda 50'ini yaşayamadan yeni bir sayım başlattın bize, bu defa yaşadığın yılların değil kaç yıldır aramızda olmadığının hesabı başladı. Uğraşacağımız biri yok ama öyle bir şey var ki içimizde, bitip tükenmek bilmeyen o acı...

Hep gülen sımsıcacık bakışlarınla baktın bize, hep yüzünde gülücüklerin vardı içindeki sevgiyi doyasıya yansıtabildiğin... Öyle ki mezarının başında bile ağlarken gülmeye başlıyoruz, diyorum dayım olsa şimdi bize kızardı, gülerdi ve derdi ki "Ne ağlayıp duruyorsunuz, sanki siz gitmeyecek misiniz? Hadi dua edin, kızıp bizi de yanına çağırmasın sonra :) "

Seni çok seviyorum.
Seni öyle çok özlüyorum ki.
Üç tane melek aldı Allah bizden.
Cennet güzelliğinde bir yerde bizi beklediğinize inanıyorum.
Ve yaptığımız herşeyi hissettiğinize hatta gördüğünüze.
Biricik Dayıcığım doğum günün kutlu olsun.

10 Eylül 2008 Çarşamba

BENİ BU SİGARA İÇENLER MAHVETTİ

Bana hak vereceklerle kızacakların oranını çok merak ediyorum baştan belirteyim.

Aslında bir çok yerde rastladığım ve insanları sorgulamaya başladığım bir durum olmaya başladı Sigara, Sigara İçme Yasağı ve Acizler... (Biraz sert gelebilir size bu kelime ama artık dünya kabul etmiş durumdayken sigara kullananların 3. sınıf vatadaş olduğunu acizlik kelimesi cuk oturuyor yerine. Bana kızmayın. Per favore. )



Kuaförler de çok rastladım "Ayyyy, şekerim ben sigarasız yapamam. Dışarıya da çıkıp içmem, burada içsem olur değil miii???" OLMAZ! diyebilen var mı YOK. İşte ben buna kızıyorum : Zavallı mısın sen bir bağımlı karşısında ceza almayı göze alabilecek kadar şuursuzca kabulleniyorsun ve saniyesinde lafı yapışıtıyorsun. Müşteri memnuniyetiyse ben eşşek başı mıyım!! Bana zehirlenmeden yaşama hakkı yasaklarla tanındıysa sen neden benim hakkımı yiyorsun!!. Senin keyfin yüzünden ben o dumana, o pis kokuya ki bunlar hissedilebilir etkileri vee nikotin bağlımlığından dolayı zehirini almak zorunda mıyım!! Eğer öyle olsa ben de tüttürürdüm sabah akşama kadar. Saygısızca davranıldığını düşünüyorum benim gibilere karşı. İnanın kapalı mekanlarda eziyet çekiyorum. Trabzon'da çok sevdiğim bir yer var hem mekan hem yiyecekleri gerçekten güzel. Ben oraya gidince oturamıyorum çoğu zaman herkes içiyor herkes. Gözlerim yanmaya başlar, sulanır. Hatta nefes alışım bile değişir bir süre sonra ve burası salatacı, kahvehane vs benzeri bir yer değil. Defalarca rahatsızlık duyup çıktığımı bilirim. Çıkarsın zaten üstüne ve saçlarına sinen o berbat koku beraberindedir. Bir de nefesimle böyle bir koku yaydığımı düşünmek bile istemiyorum.




Neyse şu çok gündem yaratan sevgili yasak geldi. Yuppii!! Ama o kadar "Geldi!" Kime geldi? Bana mıı?? Yok canııım ben zaten içmiyorum :) Çıktığımız bir yemekte, tanışımız sigara içmek istedi. Burada içiliyor mu falan konuşuyorlar ben hemen yukarıyı işaret ettim ve "Bu ceza parasına kaç paket sigara alınır." dedi. Derken garson geldi ve sigara içebileceklerini sorun olmadığını söyledi, formalitedenmiş. Ohaaa, bu ne sorumsuzca bir davranıştır böyle. Herkes kafasına göre yasaklara uymayacaksa kimse birbirini sorgulamasın! Kİmse birbirinden mesuliyet sahibi olmasını beklemsin. Kimse bu ülkeden bir b** beklemesin. Bu denli basit bir durumda bile iradesizce davranmasın bu ülkenin insanları! Mantıksız olduğu yerlerde var tabii uygulamanın ben asla bencilce davranmak istemiyorum ama içmeyenlere de aynı hoşgörüyü bekliyorum. Eğlence mekanların da sigaranın yasak olması çok saçma. Eğlenmeye gitmişsin karşına yasaklar çıkıyor, bırakın eğlenirken özgürlükleri kısıtlanmasın. Bar vs yere giden benim gibiler de bilerek gitsinler. Biraz çapı daraltılmalı uygulanabilirliği arttırılmalı bence.


Saçmaladığımı düşünüp sinirlenenler varsa bana şimdiden özür diliyorum. Sigara denince aklıma gelen çok hoş bir konuşma geliyor aklıma. Bu postta bununla bitsin bakalım.


Yengemin arkadaşı annesini kaybediyor. Aradan birkaç ay geçiyor ve yengem ziyaretine gidiyor.Laf lafı açıyor. Bayan diyor ki "Filiz, annemden sonra o kadar kötü günlerim oldu ki. Sigara içmeye karar verdim. Siniri, stresi alıyor diyorlar ya. Neyse 1-2-3-4-5-6... gerçekten üstüste yaktım. Ne derdimi unutturdu bana ne stresimi aldı ne de başka bir faydası. Öhü öhüü öksürükten başka bir numarası yok. Ben de amaan faydasını görmedim bari zararından koruyum kendimi diyerek sigara maceramı sonlandırdım." Kakarakikiri...

8 Eylül 2008 Pazartesi

AŞK ÖZGÜRLÜK TEKBAŞINALIK

Dostla yapılan bir telefon görüşmesi...
Önerilen bir kitap...
Yaşamı boyunca aykırı olmuş bir yazar :
OSHO...
AŞK ÖZGÜRLÜK TEKBAŞINALIK


"Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki haline gelir. Aşk taleplerde bulunduğu anda hapishaneye benzer. Özgürlüğünü elinden alır; göklerde uçamazsın, kafeslenmişsindir. Aşkın özgürlük verici bir kalitede olması lazım, sana zincir vurması değil; sana kanat takıp mümkün olduğunca yükseklere uçmanı sağlaması lazım. Unutma, aşk sınır tanımaz. Aşk kıskanç olamaz, çünkü aşk sahiplenmez. Sevdiğin için bir insanı sahiplendiğin fikri çok çirkin. Birisine sahipsin bu demektir ki onu öldürdün ve ticari bir mala dönüştürdün. Sadece eşyalara sahip olunur. Aşk özgürlük verir. Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içine erir. Sadece egoistçe aşkta büyük bir bölünme vardır, seven ve sevilen ayrılır. Gerçek aşkta ilişki yoktur. Çünkü ilişki kurulacak iki insan yoktur. Gerçek aşkta sadece sevgi olur, bir çiçek açma, güzel bir koku, bir erime, bir birleşme yaşanır. Egoistçe aşkta ise iki kişi vardır, seven ve sevilen. Ve ne zaman seven ile sevilen olsa aşk yok olur. Aşk olduğu zaman seven ve sevilen birlikte aşkın içinde kaybolur. Eğer özgürlük ve aşka sahip olursan başka şeye ihtiyacın kalmaz. Elde etmişsindir sana yaşam işte bunun için verildi. Sevgilinin niçin seninle olmak istemediğini anlamaya çalış. Seni reddettiğinden değil seni ne kadar çok sevdiğini biliyorsun, ama bazen yalnız kalmak istiyor. Sen de onu seviyorsan yalnız bırakırsın; ona işkence yapmazsın. Adam yalnız kalmak istiyorsa kadın; Artık benimle ilgilenmiyor, belki de başka bir kadına ilgi duyuyor.. diye düşünmez. Akıllı eş diğerini yalnız bırakır ki tekrar kendini toplayabilsin, yeniden paylaşacak enerjisi olsun. Ve bu ritim gece ve gündüz gibidir, yaz ve kış gibi; değişir durur.""

7 Eylül 2008 Pazar

SÖZÜM MECLİSTEN DIŞARI

Lisedeyim, hiç bir zaman sevemediğim tarih dersinin öğretmeni değişti. Biraz sinir bozucu asabilikte bir bayan geldi. Of dedim, sevmiyorum zaten şu dersi şimdi sevmemem için daha da çok sebebim oldu. Birkaç dersin ardından bize birşeyler anlatmak istediğini söyleyip başladı anlatmaya :



HİNT FELSEFESİNE
GÖRE
KADIN VE ERKEĞİN
YARATILIŞI
KaDıN---> Tanrı; yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı, rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadını yarattı. Yarattığı kadını erkeğe armağan etti.
eRKeK---> Tanrı; kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı, sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği adam etsin diye kadına armağan etti.
:P Tamam dedim çok eğleneceğiz derslerde, bu kadına ısındım. Yanılmadım da... Sonrasında derse de ısındım hatta .bfvmşxjly Söyleyin bakalım sizin için yaratıldığına inandığınız kişi bunlardan hangilerini barındıryor bünyesinde ;) Dürüst olalım mı :P

6 Eylül 2008 Cumartesi

UMUT ARTIK YOK

Bu dandik kuşun anneliği beceremeyeceği belliydi, insanlara gelince güdüsellik olur da kuşlar da olmaz mı?? Bence olur... Ürkek, savunma bilmeyen, zırt pırt kaçıp giden anneliğe hazır olmayan kuşumuz yuvasını da öyle eğrelti bir yere yapmıştı ki, malzemeden çalınan kaçak konutlar misali sağlamlığı da hiç yoktu. Aklımdan çok geçti, birşeylerle destek vereyim sağlamlaştırayım diye ama içinde yavrusu varken nasıl olacaktı ki??? Çekip çekiştireyim en azından balkonun daha içine alayım dedim, bu defa da zarar verirsem parçalınırsa yuvaları diye tedirgin oldum. Sürekli gözüm üzerlerindeydi. İsim annesi olacaktım Diagonal'in de isteğiyle Umut koyduk adını...

Bu sabah uyandım ve ilk iş Umut'u kontrol etmek oldu ki o da ne!!! Yuva kablolara takılı sallanıyor. Dün gece dişinin oturmasından belliydi, iyice ucuna ucuna kurulmuş düştü düşecekler diye aklımı onlarda bıraktırmıştı. Tahmin etmiştim bu manzarayı. Sonra aşağıya baktım ki minicik Umut'un üzerinde arılar uçuşuyor. "Belki" dedim, inip baktım yaşıyorsa diye... Ama minicik başı kuruyan kanının üzerinde zemine yapışmış, içinin bir kısmı aldığı darbeden dışına çıkmıştı. Nasıl üzüldüm, nasıl da sevmişim ben o minik yavruyu... Biraz gözyaşı döktüm annesi olacak o dişiye kızdım,laflar söyledim söyledim ve bunları yazdım... Böylelikle davetsiz misafir elinden alınmış bir bozuk yumurta ve bir de ölen yavrusuyla bizim buradaki yaşamını sonlandırıp uçup gitti...

4 Eylül 2008 Perşembe

HATE IS ALL AROUND US

Tanrıça Artemis'ten bir mim esintisi geldi uzun zaman üzerine... cool mim : NEFRETLİK DURUMLAR...İyi de geldi çünkü doluyum, son zamanlarda özellikle insani davranışlara taktım kafayı, önceden de vardı ama artık nefret ediyorum diyebiliyorum. Tuhaf geliyor, ben nefret duygusuyla çok yakın zamanda tanıştım aslında ama eskiden kızıyorum dediğim şeylere şu an nefret ediyorum demek neden???
BİR: ASIK SURATLI İNSANLAR : Şartları insanın yüzünü öyle güzel güldüren bir ülkede yaşıyoruz ya zaten hepimiz de sevimlik abidesiyiz ya asalım suratımızı herkese karşı herşeye karşı... İyi yaşamak için verilen mücadele para kazanma hırsı, sizi mutsuz,huzursuz kılıyorsa kılsın bana bunu yansıtma...Benimle bir araya geldiğin zamanlarda, gözüme yüzüme baktığın anlarda bana gösterecek bir tebessümün yoksa yaklaşma yanıma.

İKİ: DEDİKODUCULAR / SÜREKLİ DERT YANANLAR / YALANCILAR : Dertleşelim, çözüm üretelim, çabalayalım ama sürekli sürekli yalandan yere bana sorunlar çıkarma. Durduk yere yalanlar konuşma, yapamayacaksan yaparım deme hem sana güvenim yıkılmasın hem de bana mani olma başımın çaresine bakayım. Bir de milletin yaptığından bize ne!!! Biz başkaları kendi özelimizi dilden dile dolaştırsanlar istiyor muyuz kiii???

ÜÇ: LAVABO / WC 'den mi çıktın??? Bir zahmet dön ve arkanı kontrol et. Sıra lavabolarda lütfen her tarafı suya verme, çeşmeden akan su yeterli...

DÖRT : SİGARA : İçmiyorum diye bencillik yaptığım sanılmasın ama yemek yediğimiz tabağın içinde, yollarda, hatta ve hatta apartman içindeki merdivenlerde izmaritler görmek iğrenç. İnanın bir şekilde yere püskürtülmüş balgamdan farkı yok. Bir de gizli sigara içenler o tuvaletleri, banyoları sigara kokusuna vermezler mi, ııggh...

BEŞ : ÖNYARGI / GÖRÜŞLER / FARKLILIKLAR : Herkes aynı dinde, mezhepte, ırkta, giyimde, zekada, siyasi görüşte, vs, vs olmak zorunda mı??? HAYIR Önyargıları oluşturan farklılıklara karşı hoşgörülü olamayanlar, siyaseti okulda ders geçirme aracı olarak dahi kullananlar, ne olursan ol benden uzak dur. İnsan ol, yanımda kal.

ALTI : İÇTEN PAZARLILIK YAPANLAR / AĞZINDAN İYİ LAFLAR ÇIKMAYANLAR :

S. Y. : Canım sen herşeyin en iyisine layıksın, seni gerçekten çok seviyorum.
S.M. : Aaa gerçekten mi, neden sevgilimle aramı bozup falancaya yapmaya çalışıyorsun peki!!!

-------

K. K. :Ne haber, bitti mi okulun?
E.R. : Hayırlı olsun, senin bitmiş.
K.K. : Annemi gördün demek :)
E. R. : Hayır, bunca yıldır okulumu sormayıp şimdi soruyorsan senin kesin bitmiştir.

------

M.M : O iş teklifi sana yapılmamıştır.
C.S. :Neden ben deli yada yalancı mıyım, ne olduğunu bilemeyeceğim.
M.M. : O parayı vermezler.
C. S. : İhtiyacım da yok zaten vermezlerse sorun değil, ailem de benden para beklemiyor. Eee??
M.M. :Senin iyiliğine konuşuyorum ben,....
C.S.: Öyleyse konuşma çünkü söylediklerini, karıştırdığın haltları, batırdığın işleri biliyorum. Bana iyiliğime de olsa birşey söyleme çünkü ben seni iyi algılamıyorum!!!

------

K.Y. : Ne de çok konuşuyorsun öyle?
(Senin gibi bayram sabahı matem havasıyla mı dolaşacağım, gerçi ağzını açmadığın da ayrı iyilik, kimseyi sevimsizliğinle huzursuzlaştırmazsın,gençlik var kıpır kıpırım sen bile engel olamazsın af kur.)
R.N. : Konuşmayı seviyorum ve insanlar dinlemekten şikayetçi değil sen hariç.
(Sende de insanlık yok, o yüzden bir şey mi dedin :P )

Özetle burnu havada, kendini bir b** zanneden, insanlıktan nasiplenmemiş hoşgörüsüz, kendini sevmeyen, huzuru, mutluluğu bulmamış gölgesiyle kavga edenler Bye Bye... Gerçi bu yakın akrabanızsa işiniz zor benim gibi ;)


Benim böylece uzayıp gidebilecek bir listem var. Hayatını zora sokan insanlardan / hayatımı zora sokmaya çalışan insanlardan nefret ediyorum. Bir kişiye bu cool mim esintisini gönderiyorum : Sevgili Diagonal top sende ;)

YEDİ : POSTUMU YAYINLADIKTAN SONRAKİ SÜRPRİZLERDEN : Nedeni ortada, nasıl oluyor da böyle farklılaşıyor anlayamıyorum, sinir oluyorum, nefret ediyorum :) Çingene çadırı gibi bir post buyurun efendim, cık cık cıık

1 Eylül 2008 Pazartesi

SÜRPRİZ

1 EYLÜL 2008 ( Ramazan'ın ilk günü) __ Bu sevimli ,tüyleri yapışık şaşkın bizim Davetsiz Misafir'in yavrusu :) Suyunu tazelerken kaçıverdi ve Sürpriiiz...Bu mu aceleci ötekisi mi tembel kestiremedim, bu yavru beni çok mutlu
etti.Darısı ikinci yumurtaya, bakalım o ne zaman çatlayacak ve bizim balkonumuzu terk edip uçacaklar bir yerlere. Kendi kendime gelin güvey olup isim düşünmeye başladım bile ;)

31 Ağustos 2008 Pazar

ABOUT MY NEW BLOGROLL

Sonun da blogrollumu yeniledim, kalanlardan çok çıkarılanlar, çıkarılanlardan çok yeni keşfedilmişler eklendi.

Mutlaka göz atın ;)

Herkese iyi seyirler ;)

Unutmayın her keşif yeni bir kültür, mutluluk, heyecan, deneyim, kimi zaman güzel zararsız bir bağımlılıktır...

30 Ağustos 2008 Cumartesi

AĞUSTOS' UN 30' U BUGÜN

Zafer Bayramı törenlerine katıldım bugün, sabah 09:00'da 15'liklerin yanında 26' lık kazulet abla olarak tenis başarı belgemi Erbaa'nın tüm resmi ve idari birimleri önünde Emniyet Genel Müdürü'nden almak için hazır ve nazır oradaydım efendim :) Belge için baya özenmişler sağ olsunlar, sabahın köründe dikilmeme değdi. Lisansı olanlarda bile öyle afilli belge,çerçeve yoktur. Takdimini de kısaca özetleyim: Kaymakam ( Bu arada Kaymakamımız dün görevine başladı, çok pozitif geldi bana , yüzü gülen, modern biriydi umarım yöneticiliği de iyidir.) Belediye Başkanı, Garnizon Komutanı sağımda solumda, önümde basın :P kameralar, 2 fotoğrafçı tarafından çekilen fotoğraflar Sharapova lakabını takmıştık Destan'cığımla bana, o da Kournikova'ydı. İyi ki de takmışız bunca tantanaya önemsedim oyunumu, performansımı. Geçsin karşıma Williams'lar hahahaa...Derken huysuz Ebru'nun akşamı bekleyişi başladı...

Vardı bu akşam bir huysuzluğum,kıyafetine sardım.O olmadı, bu yakışmadı, yok bu da ortama uygun değil, 40 tantanadan sonra blue jean üstüne gömlek, altına da topuklular kolumda da valiz misali bir çanta...İçime hiç sinmedi ama tatminsizlik var ya uğraşmaya gerek duymadım daha fazla, annemden onayı aldım yetti.Ama çıkacak işte bir yerden bu huysuzluk, gardrobun ( bu kelime böyle mi yazılıyordu, hep karıştırıyor kafamı :( ) kapağı yerinden çıktı ve kapak alnıma çakıldı resmen. "Ohaa" diyorum ben artık buna çünkü son haftalarda 2 . kez oluyor ve bu defa şişti. Kaşık tuttum :P daha sonra mezunlar yemeğimiz vardı çıkmam gerekiyordu annem elime tutuşturdu bir plastik içinde buz hani şu limon dilimi şeklinde olanlardan, pışpışladı beni başından :) Mezunlar yemeği oldu, arkadaş yemeği toplamda 6 kişiydik 6, şaka yapıyor herhalde birileri diye düşündüm.Toplamda 72 kişiydik, olmayanlar onlar bunlar derken 6 kişi olamyı da beklemiyordum. Organizasyon bana aitti, tatile gitmeden son dakikada kimseden ses çıkmıyor tarih bu olsun deyip duyuru yapmıştım facebooktan, o yüzden ümitli değildim. Olanlarla da güzel, keyifli bir akşam geçirdik: eskiyi yeniyi birbirine kattık, güldük, eğlendik...Bir iftarda buluşmak üzer sözleştik ve ayrıldık.

Bu gece bir kez daha çevredekilerin, anne&babaların hayatı zor hale getirdiklerine kanaat getirdim.Büyüdüklerini kabul edememe mi yoksa deneyimlerine çok itibar etmeme mi bilmiyorum, tek söyleyebileceğim ben çocuğuma bunu yaşatmayacağım. Bu toplumda bu kafayla yetiştirilen ailelerin çocukları olarak özgüvenimize hayran kalmamak mümkün değil. Kaç yaşında olduğunun önemi olmadan hala yatma saatine, tv mesafesine, hayatını geçireceği insana, eve geliş saatine karışılan bizlerden üzerine alınması beklenen sorumluluklar ne de büyük aslında!!!Çocuğun da olsa durması gerektiği yeri bilsin insan, mutluluk kolay bulunmuyorken insanları mutsuzluğa bile bile itmek de mantık yok. Üstelik sonrasında kendilerinin neden olduğunu görmezlikten gelip suçu sana bana atmalarında hiç mantık yok...


Basit bir hayatın içinde rahat bir evde olsun istiyorum kuracağım ailem, tüm bunlardan korumak ,uzak tutmak için bizi. Yoruldum... Ruhum dinginlik istiyor...Dedikodunun olmadığı, milletin kazancının yada doğacak bebeğinin çetelesini tutmadığı sadece kendi seçtiğin insanların var olduğu bir çevrenin içinde yalın bir yaşam sürmeyi hedefliyorum. İstedikleriniz sizi gerçekten mutlu edecekse şartları zorlayın, kendinizi yıldırmayın. Kafanız her zaman rahat olsun. Saksılarımda domateslerim, biberlerim, ahududum...Eşimin kokusu, evimin sıcaklığı, sevdiklerimin güleryüzü...Bir gün bunlarla çok mutlu olacağım bir yaşamın içindeyken bakalım neler yazacağım ;)

28 Ağustos 2008 Perşembe

DAVETSİZ MİSAFİR

Öyle gidicilerden değil bizimkisi, kalıcı...
Hatta 2 de yumurtası var, içinde can bulup kanat çırpacak olan.
Buğdaylarını verdik, sularını koyduk, ürküttük, kaçırdık dişiyi.
Belki de gelmiştir kimbilir, bakmak lazım çalı çırpıdan yuvalarına.
Yavrularımızı bekliyoruz, isim annesi olmak istiyorum.
O kadar yem verdik, su verdik, balkonumuzu tahsis ettik
:)
Pırpır özgürlüğünü yaşayan 2 varlığım olur en azından diye düşünüyorum.
Gerçi daha da göremem orası ayrı.
Bir de aklıma takıldı dünyaya gelişlerine tanıklık edebilir miyim sizce???
:P

18 YA DA 22 - 08

Yıldızların altında başlayan bir günde doğdum seninle,
Kendimi buldukça Ben oldum diğer Ben'imle.


Uzun bir çizik attım herşeye,
Kafam dinç, içim de huzur, yüzümde kocaman bir gülümsemeyle,
Merhaba yeni Dünya'm Ben geldim...

ALL WOMEN DREAM, BUT NOT EQUALLY


Öncelikle postun başlığına açıklık getireyim,flickr'dan yukarıda gördüğünüz fotoğrafı indirdim ve bu başlık bu fotoğrafa aitti,kullanayım istedim ikisi bir arada ayrı bir anlam ifade ettiler ;)



Geçen hafta uzun zamandır muhabbet etme fırsatı bulamadığım bir arkadaşımla buluştum,yemekler filmler derken ardından muhabbet etmeye başladık.Ben okuduğum ve gerçekliğine ciddi ciddi kafa yorup işin içinden çıkamayınca bilebilecek birilerine danışmayı planlamıştım kafamda.İlginç bir mevzuydu...Herneyse düşük çeneli ben merakımı gidereceğim ya başladım anlatmaya,karşı taraf gülme krizine tutuldu,aralara da benim tuhaflaşmaya başlayan tepkime karşılık yanağıma vurup "Salak seniiii!!" şekline döndü diyalog.Sürekli abuk sabuk şeyler üretip bıdı bıdı anlatırken Allah'tan kızarıp bozaran suratımı görmedi :P Sersemliğime daha da kopardı,hayal gücü geniş olup malzeme de bol olunca,durmak yoktu ama frenledim kendimi,ayıp ayıp çoook ayıp.Umarım bu yazım okunmaz taraflarından,hahahaaa.


Sabaha karşı bir rüya gördüm;en yakın arkadaşım Burçin bir bisikletin üzerinde peri kızı edasıyla yaklaşıyor yanıma üzerinde uçuşan uçuk bir sarı elbise.Başlıyorum üst paragrafta olanları bir heyecan anlatmaya,kahkahalar atıyorum ve resmen gülmemin rüyamla sınırlı olmadığını hissettim,gözümü açtım sabahın 5'inde güldüm güldüm uyumaya devam ettim.Uyandırmak için anneciğim başıma dikildiğinde gözlerimi açar açmaz saat 5 de yaşadığım aklıma gelip günaydın diyemeden yine gülmeye başladım.Hayırdır inşallah bu neydi böyle melekler mi geldi ne??? :)



"BAZEN NEŞENİZ GÜLÜMSEMENİZİN KAYNAĞIDIR

FAKAT

BAZEN DE GÜLÜMSEMENİZ NEŞENİZİN KAYNAĞI OLABİLİR."


Tnich Nhat HANH


Gülmeyi çok severim,en azman suratlı insanın karşısında dahi tebessümüm vardır benim,yeter ki biriyle göz temasım olsun.Bünye sağlam yıldıramaz mutsuz insanlar beni,mutlaka mutsuz anların içinde de bulurum mutluluk duyacak birşeyler.Tek kötülüğü belki de güzellik olacak bende bilemiyorum ama sürekli gülmekten kırışıklıklarım olacak,eyvaaaah :) Hiç hoşlanmam asık suratlı insanlardan,sabahları genellikle belediye hoparlöründen gelen kim ölmüş kaçta kalkacakmış cenazesi ayrıntılarını okuyan adamın sesi kulaklarımı doldururken gülerek başlarım güne.Her zaman herşeye salak salak gülmek bilinçsizliğinde değilim,o kadar çok ona gülerim buna gülerim dedim ki.Birşeye canım sıkılıp da suratım düşmüşse,ya da arada olduğu gibi mutsuz uyanmışsam zordur ifademi düzeltmem.Nefret ederim bu halimden ama ne yapsam düzelmem.Bazı insanların mutsuzluğu,bazılarının yüzü gülmez halleri sinirlerimi bozuyor,bugünlerde gözüme batıyor.Allah'tan belanızı mı arıyorsunuz insan evlatları,hasta mısınız,maddi sorununuz mu var???Ne derdiniz yahu...Ruh hastası olmasın da ne olsun bu tipler,sürekli sorun sürekli huzursuzluk içlerinde.Kimse tatminkar olsun demiyorum,elindeki buyken istediği şey başkaysa çabalasın ama şu an elinde olanın da kıymetini bilsin ve bunun da tadına varsın.Kendini tanıyan kişilerin her durumda her yerde kendilerini mutluluk anlamında tatmin edecek noktası vardır.Küçük bir yer Erbaa,yapmak istediğim birçok eyleme engel inanın.Düşünün belli bir saatten sonra bırakın kız erkek buluşmayı kız kıza bile zordur,dikkat çeker.Benim yaş grubum için söz konusu bunlar tabii.Burada boş zamanım çok ve ben zaman isteyen hobilerimi gerçekleştiriyorum,annemin kokusu hep yanımda,aile bir arada yıllar üzerine,o çok sevdiğim domatesi dalından koparıp yiyorum,çıtır biberlerle peynirli sandviçler yapıyor mideye indiriyorum,temiz hava doluyor içime her nefes alışımda,kitaplar okuyorum,müzikler keşfediyorum,puzzle,film,ne zamandır istediğim tenisi öğreniyorum,birileri,vs,vs...MUTLUYUM.Burada yaşamaya devam etmek istiyor muyum?Hayır çünkü yapacağım çok şey var.,.İsminin önüne gelen sıfat hatta kazancın olmadan yaşadığım çevrede kendimi sevdirebiliyor,saydırabiliyorsam kendime hayatta mutsuzluk alternatifini sunmuyorum.Tüm umutlulara umutsuzlara gülümsüyorum...
Ufak Bir Not: Tatilden önce kaydedilmiş ama yayınlanmamış bir postu okudunuz.Bilgilerinize...

22 Ağustos 2008 Cuma

1 FOK 1 ÇOK KOY 1 CİNAYET

Kafasını geçtim burnunun ucunu suyun içine sokamayan biriyim, doğrusu biriydim.Geldiğimizin ertesi günü çıktığımız tekne turuyla korkularım sulara gömüldü ama ilginç bir takıntı başladı.11 kişilik bir teknede kaptan ve yardımcısı haricinde 8 kişilik ailemle mavi tura çıktık.Avantajlı oldu tabii koylarda kalma süresi tamamen bizim belirlediğimiz şekilde oldu.Antalya'nın en bakir koyu olma özelliğiyle dünya listelerine adını yazdırmış Adrasan'dan çıktık Olympos taraflarına...Ceneviz Koyu, Korsan Koyu, Akseki Koyu, Sazak Koyu derken koyulaşan muhabbetle birlikte kaptanımız Ender Abi bir önceki gün sadece dalış noktalarında durakladıklarını ve bir tanesinde iki buçuk metre büyüklüğünde bir baba fok gördüklerinden bahsedince kim tutar beni.Uçarı kaçarı yok gidilecek şansımıza fok oradaysa görülecek.Gittik tatatataam sürpriz 52 metrelik mağarayı dipten yüzerek gidecekmişiz de görecekmişiz.Ooops ben ne halt edeceğim şimdi???Şnarkelleri verdi hadi yüzüyoruz: Binbir plan yaptım 52 m nereye kadar oluyor, şimdi şu borulu gözlük asla su geçirmez değil mi, kulaklarıma su dolarsa ne yapacağım, dırdır, hıdı,bıdı...Bu arada bu bahsettiğim koya bayıldım (Yandaki fotoğraf), filmlerden çalınmış bir set gibiydi.Dar kolidorlardan geniş odacıklara yüzdük, kardeşim, Ender Abi ve ben, cesaret eden başka da kimse çıkmadı ;) Bu arada bu bölgede fok balıkları ve caretta caretta lar çok sayıda mevcutlar, koruma altına alınmışlar ancak foklar için üzülerek söyleyebilirim ki balıkçılardan kaçırarak korumak mümkün değil.İnsanoğlunun bencilliği biz onların yaşamlarını sürdürmek için yedikleri balıklar olmadan da beslenebiliriz,doğal dengeyi bozup sonra nesli tükenen bu canlılara yaptıkları nasıl da içlerine siniyor ve kendilerini haklı görüyorlar akıl erdirmek olasılıksız.Neyse...Karanlık olacaktı da böyle de zifri karanlık beklemiyordum, kayalıklarla suyun birleştiği yer de tatlı bir mor renk su fosforlu gibi parlıyor.Suyun içi apayrı güzellik nefesim tutuldu, ben nasıl olur da bu zevki daha önceden yaşamamış olurum üstelik sırf korktuğum için.Makarna ile girmiştim umulmadık bir durum karşısında faydası olur diye.Bir ara öyle dar bir yerden geçtik ki makarnayı dikine geçirdim.Arkamda kardeşim, önümde Ender Abi ama o da ne yok ortalarda, silüetini bile görmenin imkanı yok da dipte de görünmüyor.Bağırıyorum,sesleniyorum...Suyun yüzeyine vuruyor, sinyal alındı ama devam etmeme kafi gelmedi.Geri döneceğimi söylediğim anda kardeşim bir boy yol almış dönüyordu :)10 metre daha yüzsek o anda uyumakta olan foku tüm heybetiyle görecekmişiz,göremedim, üzüldüm bir fırsatı daha kaçırdığım için ama sualtını keşfettim, dalmanın güzelliğini hissettim ve süper bir deneyim edindim.Bu bile tatmin ediciydi.


O günden sonra sürekli sualtına bakıyorum, balıklarla konuşuyorum, şarkılar söylüyor aryalarla balıkların ruhunu arındırıyorum,jajajaa... :) Hanibal serisi, Teksas Katliamı gibi filmeleri pek severim, etkisini de burada görmeye başladım.Sürekli denizde gördüğüm büyük siyah poşetlerin için bir ceset olabilir mi şüpheciliğiyle yaklaşır oldum, yada kağıt parçalarına ceset parçası olarak düşünür ve ne yapacağım diye senaryolar yazar oldum.Kafayı yemiş neler dedüşünüyor diyeniniz vardır mutlaka ama bugün ne olduuu???Sabah 07:00 da denize giden annem ve otel ekibi bir cinayetle karşı karşıya kalmışlar.19 yaşında olduğunu öğrendiğimiz genç bedenine saplanmış koca bir bıçakla öylece yatıyor,ambulans, jandarma derken şu saate kadar her türlü yorum getirildi.Ameliyata alınmış umarız hayata veda etmez.Benim senaryo yerini bulmasa da neredeyse gerçekleşmek üzereymiş :(

Bir de kısa günün karı diyelim...

19 Ağustos 2008 Salı

PRIVATE EMOTION


When your soul is tired and your heart is weak
Do you think of love as one way street


Well it runs both ways, open up your eyes


Can’t you see me here, how can you deny


It’s a private emotion that fills you tonight


And a silence falls between us


As the shadows steal the light


And wherever you may find it


Wherever it may lead


Let your private emotion come to me
Adrasandayım, sıkça da Olympos'ta olacağım. Tedirginliklerle geldiğim bu yerde çok büyük mutluluklar, heyecanlar beklemiyordum: TÜM BENLİĞİMLE BURADAYIM, kendimi buldum, bir Beni daha keşfettim.ŞİMDİ MUTLULUKTAN UÇUYORUM.
Tatilime bir postluk mola verdim,müsadenizle ;)

13 Ağustos 2008 Çarşamba

(GÜNEŞ,DENİZ,KUM)&EBRU

Bronzlaşmak istiyorum - Nil Karaibrahimgil


Bugün saat 12:30 itibariyle yazın son günlerini değerlendirmek üzere Antalya/Olympos'a doğru yola çıkmış olacağız.Babam işi yüzünden evimizde,annem ve kardeşimle güzel bir tatil beni bekliyor.Kısa bir süre yokum,arada kaçamak yapar birşeyler karalarmıyım bilmiyorum ama planlarımda tv,internet hiiç böyle kötülükler yok ;)
Herkese bol güneşli güzel bir yaz.
Hoşçakalın.

AZ EL KAİDE'DEN AZ TÜRKİYE'DEN

Irak'ta El Kaide'nin getirdiği yasaklar beynimi durdurdu resmen.
Gerekçe olarak salatalığın erkek cinsel organına benzediğini savunan terör örgütü kadınlara salatalık satın almayı yasakladı.Evde eşi ve çocukları haricinde bir erkek varken eline alıp kabuğunu soymasına,doğramasına hatta ve hatta yemesine bile müdahele edeceklerdir ben inanıyorum buna. 2. si dişi keçilerin öldürülmesi:memeleri meydanda bir de kuyruklarının yukarı doğru kıvrık olması müstehcen görüntü oluşturuyor diye.Ohaa keçi bu keçi ne adamdınız da bundan bile tahrik olurdunuz bea!!! 3. ise Hz. Muhammed zamanında olmadığı için dondurma alım ve satımı yasaklanmış.
...
Koyduğu kurallara uymayanları katleden El Kaide örgütünün yaptıkları,istedikleri akıllara zarar verir."Kapalılık ne kadar artarsa sapkınlıklar da o kadar artar dedi bugün teyzem ve ardından da ekledi Türkiye'nin en dindar bilinen şehirlerinden biri olan Konya prezarvatif satışlarının en yüksek olduğu yerlerden biri." Sapıklık derecesinde düşüncelere sahip bu insanlarla,bu kadar olmasa da bir sürü zulüm derecesindeki kurallarla yaşayan Müslüman toplumlarla Türkiye'nin de anılmasından rahatsızlık duyuyorum.Bizim ülkemiz onlarınki gibi değil,onlar Müslüman kavramında değil bence.Müslümanlıkta başörtüsü var,saçın görünmesi haram ama bir tek gözünüz görünecek şekilde de kapanın demiyor.Kuran'da yazılanları bu şekilde abartarak,saptırarak,yobazlaştırarak Müslümanlığı lekeleyenleri kınıyorum.Eğer doğruluğuyla Müslümanlığı yaşayan bir ailenin bireyi olmasaydım din düşmanı olurdum.Şu saçmalıkları okuyanlarda bir kez olsun kendilerini sorgulasınlar ve gerçek Müslüman gibi yaşamaya başlasınlar,birçok insanı soğutmadan.El Kaide kadar asla olmasa da bizde de koccaman yanlışlar olduğunu fark etmek,kabul etmek ve düzeltmek lzım.Umarım bizlerin çocuklarının hayatları bugünki tartışmaların farklı versiyonları olmayan bir Türkiye'de geçer.Ya da bugünki Türkiye daha da geriye gitmemiş olur,endişeleniyorum...

9 Ağustos 2008 Cumartesi

bu AĞAÇKAKAN başka

Amerikan hastanesi doktorlarından bir bayan doktor tesadüfen uğradığı köylerin haline dayanamayıp eliden geldiği kadar insanları muayene ediyor,tabii herkesi muayene etmesi mümkün değil.İstanbul'a döndükten sonra hani olur da birkaç meslektaşı gönüllü çıkar diye köylünün durumundan bahsediyor ve bir anda ummadığı kadar çok sayıda doktorun "Ne zaman gidiyoruz?" cevabıyla hareketlenme start alıyor.Türkiye'deki köylere hatta ve hatta neden daha da uzaklara uzatmıyoruz yardım elimizi diyerek Pakistan,Azerbaycan ve Afganistan'a da gidiyorlar.Bu arada bu güzel topluluk dernekleşip Symiosis adını alıp bir de amblemleri oluşturuyorlar "AĞAÇKAKAN" nedeni ise şöyle açıklıyorlar: "Ağaçkakan şahane bir hayvan, tam da bu işlevi yapıyor. Ormanda uçarken hasta ağacı buluyor, gagasıyla vurarak ağacı kurutan kurtları dışarı çıkartıyor, onları yiyerek kendini besliyor, ağaca da yeniden hayat kazandırıyor. Tüm bu eylemin adı da symiosis. "Sim" birlikte demek, "bio" da yaşam. Birlikte yaşama ilmi."

"Symiosis" ise birbirine hayat vererek yaşamak anlamına geliyor.


Afgan kadının en savunmasız kadınlar olduğunu belirterek acınacak halde olan bu çaresiz kadınlardan biriyle aralarında geçen dialoğu hayretle anlatıyor ve felaketin boyutu bir kez daha gözler önüne seriliyor; 33 yaşında bir bayanı muayene edecekmiş,kadının 16 çocuğu var. Maalesef korunmayı hiçbiri bilmiyormuş.Ayrıca oradaki bayanları bilinçlendirmek için girişimlerde de bulunmuşlar.Bayana "16 çocuğa nasıl bakacaksın?" diye sorunca aldığı yanıt içler acısı "Zaten yarısı savaşta ölecek." .

Symiosis,Meltem gibi gözünü karartanlar şart bu memlekete,diğer memleketlere ufuklarının genişliği ne güzellikler,umutlar salıyor nice nice insanlara hatta insanlıklarını yaşama haklarını bir nebze veriyorlar ellerine.İçler acısı manzaralar bitmek bilmezken beklemek ayıp herkes birşeyler yapmalı.


NİÇİN,NİÇİN???


Kızdıklarımızdan farkımızı ortaya koymak için,medet umamadıklarımıza örnek olabilmek gözlerine sokmak için,insanlık için,çocukların oyun oynaması için,sağlıklı toplum,çocuk askerler için,böylece de uzayıp gider...
Hayvanlar aç olmadığı sürece asla saldırmazlarmış,insanın toku ise doydukça saldırırmış.Devlet ve yönetenleri de bu insan grubundan olduğuna göre arada ezilip yok olan onca kişi ve dolaylı yığınla mağdur ne???İnsan mı!!!

8 Ağustos 2008 Cuma

BULUŞMA

Bir önceki yazımda bahsettiğim babasının vefat ettiğinden haberdar olmayan hasta vardı ya ne yazık ki yada hayırlısıymış mı demek gerekiyor bilemiyorum bugün hayata veda etti.Babacığını merak etmeyi artık "Ben ona ne yaptım da beni aramıyor?" boyutunda arayan Faruk Abi yanıtını buluşmalarında aydınlanır :(

7 Ağustos 2008 Perşembe

BU ÜLKEDE ÖLMEK

Son 9 aydır 26 yıllık hayatımda görmediğim kadar cenaze gördüm,acı yaşadım.Ölüm diye birşey vardı ama bize uğramamıştı.Hep de dile getirirdim,şükrederdim ve bilirdim bunun bu kadar uzun sürmeyeceğini ama tahmin edemezdim sırasız bir ölümün ansızın hayatımızı "üç" eksilteceğini...

Çevremizden olsun aileden olsun yaşlı/hasta olan insanları da kaybettik,Dayımlardan sonra üzüldüm ama ne yalan söyleyim canım yanmadı.Allah rahmet eylesin hepsine.Birşey dikkatimi
çekti,en son da 3 gün önce babacığımın amca oğlu vefat edince iyice battı gözüme,sinir oldum.Ayrımcılık da denmez aslında sıralıyacak yığınla kelime var da...Neyse.Bundan birkaç ay önce durumu iyi olan bir akrabamızı kaybettik,98 yaşında son zamanlarında da hasta olan biriydi.Anında evleri doldu(yakın akrabalarını dikkate alarak yazıyorum bunları),Allah'ım yemekler geldi taştı.Gece yarıları evdekiler yalnız bırakılmadı.Herşeyleri düşünüldü,çoluk çocuk herkes görevlendirildi.40'ı çıkana kadar yapıldı da yapıldı birşeyler anlayacağınız.Gel gör ki geçen gün vefat eden babamın kuzeni sadece 67 yaşında ve rahatsılığı da olmayan biriydi.Oğlu hastanede,beyninde ur var yeri saptanamayan,15 gün sonra ameliyat olacak ve babacığının vefatından 2 gün önce belden altı felç kalıyor.Buna üzülen baba da yolda yürüdüğü esnada kalp krizi geçiriyor ve çocuklarına karakola gidip babalarının naaşının tespitini yapmak düşüyor.Cenaze Erbaa'ya getiriliyor,hasta oğlu hala bilmiyor babasının vefatını.Böyle trajik bir vaka ve ölüm bir arada bu ailede,maddi durumlara gelince iyiliklerinin,insanlıklarının güzelliğine inat kötü mü kötü :( Benim sinir olduğum konu bu garibanlara kimsenin cenazelerine,insanlıklarına saygı duyup gitmemeleri,keyfi davranmamaları bunu yapan yine kuzenleri,yani gittiler ama 3. gün o da düğüne gider gibi,ne acı haldir bu!!!Ailemde bunu görmek beni iğrendirdi,tek bizde de olduğunu sanmıyorum.Bu ülkede fakirsen cenazende bile farklı muameleye uğruyorsun maalesef,insanlık parayla şekillenir olmuş.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

BELKİ DE BACHATA...

Aşık olduğum adamın gözlerinde kaybolup
dans etmeyi istiyorum.


Tutkuyla Tango...


Belki de aşıkların dansı Bachata...


Kollarında hissetmeyi benliğimi.


Müziğin ritminde bulmayı tek parça bedenimizi.


Rüzgarımızda uçup gitmeyi.


Gerçek içinde hayal olmayı istemek benimkisi.



Dame tu querer - Raulin Rodriguez

28 Temmuz 2008 Pazartesi

27.07.2008

İnsanlıktan çıkmışların canavarlığında yaşamını yitiren 17 kişiye Allah rahmet eylesin,ailelerine sabır versin.Yaralıların da yardımcısı olsun.Bu son olsun demekle bitecek değil ama en azından daha çok masum hayata veda etmesin bu çirkin saldılarla,mutlaka önüne geçmenin bir yolu olmalı.

27 Temmuz 2008 Pazar

FOR ???????

Sadece...

Seni çok özledim.

:(

Hepsi bu kadar.

Bilsen bir faydası dokunur mu???

26 Temmuz 2008 Cumartesi

KARMA

Artık güzel şeyler yazayım istiyorum iç karartıcı haberlerin olduğu bir bloga döndü benimkisi.Yazacak o kadar da çok şey var ki aklımda biriken ama bu sıcaklar beni mahvetti,esir aldı :( Hiç bir yer esmiyor,yapış yapış vücudum,sürekli duş almaktan yoruldum artık.Baygınlık geçiriyorum sıcaktan uyuyorum ama aynı sıcak sık sık da uykusundan ediyor adamı.Bu ne yaaa!!!İnsan evladı dinlenmek için uyumuyor mu yaw,ben resmen 10 ton yük taşımış,silindirin altında kalmış,dayak yemiş hangisi makbulünüzse öyle yorgun,her yerim uyuşmuş ağrı içinde kalkıyorum.SERİNLİK İSTİYORUZ...

Geride bıraktığımız pazartesi dayımların mahkemesi vardı,ilk kez mahkemeye katıldım ilk kez o katili gördüm,hayatımda ilk kez NEFRET ETMEK neymiş tüm iliklerimde hissedercesine yaşadım.Nefreti tattım :( Sıktım durdum kendimi katili gözlerimizin içine bakarken,gözleri takıldı çünkü ilk kez annem ve ben mahkemeye katıldık yabancıladı herif bizleri.Seri konuşmalar arasında ne halt olduğu pek de anlaşılmıyor,kaçıyor akıyor kelimeler.Yakalayabildiğim yerdeyse mahkemenin sonucu açıklanıyordu 9 yıl 4 ay hapis cezası...O an farkına vardım yumruklarımla tık tık yaptığım oturağın kolunu azad ettim ilk iş,dudaklarımı hala yanmasına sebep olacak derece ısırdığımı gözlerim dolarken...Avukatı daldı hemen lafa temyizini istiyoruz diye,ohaaaa isterseniz olayı yok olmamış sayalım canı sağ olsun sanki yattığı ceza dayımı,yengemi,eniştemimi getirecek!!!!! Sarsıldım,bekliyorduk bunu ama sarsıldım ben yine de.Bir de katil herife söz verilince demez mi temyiz sonuçlanana kadar tahliye mi istiyorum.İşte ben burada ağlamaya başladım.Bizim avukatlardan biri söz aldı "197 promil alkolle aşırı süratte seyir halindeyken çocuğunu üniversiteye yolcu etmeye giden bir ailenin arabasına çarpıp 2 çocuğu hem annesiz hem babasız bırakmış olup.Bir bayanı ölümüne sebep olacak derecede yaralayıp hayatındaki tek varlığı olan eşinin ölümüne sebep olmuştur,onlar da çocuğu olmayan bir aileydi.Bunların göz önünde..." devam eden cümlesinde gözyaşlarıma artık hiç mukayet olamıyordum o pisliğe bakarak dinledim içimden küfürler ettim :( öfke duydum...Tahliyesi red edildi.Temyize gönderildi.Cezasının 3'de 2'sini yatması da söz konusu yani 6 yıl 2 ay...Eğer bizlerin gözü hala yaşlı ve içimiz bu denli yanıyorsa eminim ki bu yasada inanılmaz yanlış giden şeyler var.Yoksa hepimiz biliyoruz ömür boyu da yatsa ne gidenlerin gelmeyeceğini ne de yaşadıklarımızın hiç birini unutturmayacağını :(

Olasılıksız kitabının sonlarına yaklaşmak üzereyim,bugünlerde elime alıp da pek okuyamadım dolayısıyla çok uzadı okuma işi.Ara sırada fizik kurallarının çokca üzerinde durulduğu bir kitap olsa da okuması oldukça keyifli anlatımı çok güzel,ben çok sevdim tavsiye etmek istedim bir kez daha.Ama ben fizik bölümünde okumasaydım sıkılacağımı düşünüyorum bu kitaptan,açıkçası dersime yararı da olur diye sabredip oraları defalarca okudum ki yer etsin aklımda diye.

Bunlar da biricik dayımdan geriye kalan bahçesinden bir salkım üzüm,emek çok vermişlerdi bu nimetler için,hevesi de çoktu en güzellerini seçer çıkarırdı bizlere Nur içinde yatsınlar :

Bu arada bana fabrikada çalışanlar için çokca yazılar geldi,işsiz kaldıkları için üzülenler bir hayli çok unutmadan açıklayayım hemen.Yeni bir fabrika kurulana kadar çalışmaları için hepsi bir yerlere yerleştirildiler,zaten sigortadan maaşları da ödenecek.Yani endişe edilecek üzülecek ihtiyaçlık durumları yok Allah'a şükür.

Biz bir de bu arada sık sık Tokat'a gelip gitik anneannemin göz sorunları için.Yeni açılmış misler gibi bir özel hastanede doktoru.Cumartesi günü yarım gün de olduğundan tenha idi hastane.Gayet temiz,modern bir hastaneden gözüme takılan memleketim insanından manzara.Önünde eğilip bol köpüklü kahvesini de yapı ikra ederdim ağamıza ama mekan uygun değildi ki beaa ;)

Hoşçakalın,yüzümüzden tebessüm hiç eksik olmasın :)

25 Temmuz 2008 Cuma

22 Temmuz 2007 22 Temmuz 2008

Meşhur fıkradır, bilirsiniz. Nasrettin Hoca, elinde bir değnek, evinin önünde, toprağı eşeleyip duruyormuş.Sormuşlar: - Hayırdır Hocam, ne yapıyorsun? - Yüzüğümü arıyorum. - Evin önünde mi kaybettin? - Hayır samanlıkta düşürdüm. - Hocam, samanlıkta kaybettiğin yüzüğü ne diye evin önünde arıyorsun? - Samanlık karanlık...

Ayrıca samanların içinde yüzük aramak zor.
Türkiye "üretimi, yatırımı, istihdamı, AB'yi, ihracatı, büyümeyi" konuşurken, ne oldu da "saatler duruverdi?" Ne oldu da ülke birden "geriliverdi?" Ne oldu da siyasi yarış birden "kamplaşmaya" dönüverdi?

Her seçim "yeni bir başlangıçtır... Yeni bir beyaz sayfadır." 22 Temmuz 2007 seçimlerinin üzerinden "bugün 1 yıl geçti." Ama "beyaz sayfa" nerdeee? Siyasi ortam tam bir "karalama defteri."

Ve herkes kusuru "başkasına" atıyor, "samanlıkta kaybedilen, başka yerde aranıyor."

Yavuz DONAT

19 Temmuz 2008 Cumartesi

NAZ & NİL

DOĞUŞTAN FANATİK FENERBAHÇELİ İKİZLER NAZ & NİL DÜNYA'MIZA HOŞGELDİNİZ

Kuzenim Çiğdem& eşi Serkan bebek bekliyorlardı ve bugün 9 aylık bir macera yerini yepyeni güzelliklere,alışkanlıklara bıraktı.Saat 10 sularında sağlıkla dünyaya geldiler ikizlerimiz Naz & Nil,ailemizin yeni dünyaları sadece 2 kg lar,ufacık tefecik verdikleri mutluluk ise hiçbirşeyle ölçülemez.Serkan fanatik Fenerbahçeli,eniştemin gönlüne göre olmasa da damatın takımı ailenin arda kalan tüm bireyleri fanatik ötesi Fenerbahçeli ve lütfen DİKKAT 19.07 kızların doğum tarihi ancak bu kadar isabet edebilirdi Fenerbahçenin kuruluş tarihine :) Hahahaa "Doğuştan fanatik" dedikleri bu olsa gerek...





NİL










NAZ

15 Temmuz 2008 Salı

YANGIN

Küvetin ortasındayım,
başımdan akan dolu dolu su
Bir uğultuyla derinliğe taşıyor beni.
Sonsuzluk içinde
uzaklaştırıyor durmaksızın
Tüm o su damlaları sanki
benim dışımda başka
bir yere aitler

10'da başladı herşey
Uzaklardan siyah siyah dumanlar hızla yaklaştı
Dışarıdan ama
İçimizden birşeylermiş
Taa ki
Siyah dumanlar çatımızın üstünü sarana kadar
bilemeyecekmişim
Yılların emeğinin kül olduğunu
Odamın camını açtım
Gökyüzünü mateme boğan siyahı izledim
İçim yandı
Babacığımın sesini duydum
kötü oldum
Çay saatine denk gelmiş
İçim az da olsa ferahladı
Saat 1'e geldi
ben hala uzaktan seyirciydim olanlara
Geriye bu enkaz kaldı
ve bir de şaşkın bizler
(Buna da şükür olsun
Can kaybı yok)

Öncesi: