28 Haziran 2008 Cumartesi

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki...
“Hayattan ne öğrendiniz?”
Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.
Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:
* * *
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
* * *
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
* * *
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
* * *
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
* * *
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
* * *
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
* * *
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
* * *
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
* * *
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
* * *
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
* * *
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
* * *
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
* * *
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
* * *
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
* * *
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Can DÜNDAR

27 Haziran 2008 Cuma

BEN,KENDİM VE SEVGİLİM

RESMEN ASIGIM - Nil Karaibrahimgil

:) Favorilerim var hiçbir zaman es geçeceğime inanmadığım:Nil ve Pamela,ne zaman kendimi kötü hissetsem olur olmadık her yerde şarkıları bir şekilde karşıma çıkıyor..İnanılmaz mutlu oluyorum hatta böyle zamanlarda size komik gelebilir ama kendimi bir o kadar da özel hissediyorum..
Kendine cüce diyen uçuk kaçık,içi dolu fıçıcık tadında güzeller güzeli Nil'i Trabzonda dinleme imkanı bulabilmiştim,bugüne kadar gitmeyen varsa tavsiyem mutlaka dinleyin,kulak verin bu kıza.Çok eğlenceli,her daim kıpır kıpır,esprinin eksik olmadığı hoş bir sahnesi var.Bu da ne dedirten abuk sabuk gibi gelen şarkılarını dinledikçe içinizden çok şeyi alıp götürdüğünü farkına varırsınız,ben ilk albümünde çook gülmüş aynı zamanda ağlamıştım "Deli neler yazmış nerden de aklına gelmiş" diyerek nazarlar değmesin modunda dinlemekten usanmadım hiçbir zaman.. Hayat dolu şarkılarındaki tarzı cesaretini,sözleri ise çılgınlığını çok güzel temsil ediyor bence.Kendimi buluyorum bu kızda ;) "Me,Myself and Irene"deki buradaki myself durumu bendeki Nil :)

RESMEN AŞIĞIM
Sanki o putmuş gibi
Hayat sırf buymuş gibi
Hem aç hem tokmuş gibi
Hem var hem yokmuş gibi
Ben ona resmen aşığım
Onu benden almasınlar
Bize bulaşmasınlar
Arayıp sormasınlar
Kıskandırıp durmasınlar
Ben ona resmen aşığım
Hem ilk hem sonmuş gibi
En güzeli oymuş gibi
Bunca yıl beklemiş gibi
Beklediğime değmiş gibi
Ben ona resmen...
Şeytanla bir olmuş gibi
"Küt!" diye gidecek gibi
Her yöne sapacak
Ne yap desen yapacak gibi
Ben ona resmen aşığım
İyi ki yapmışım!
İçimdeki kıpırtım,huzurum,kendimi bulmam,sevincim,anlamsız gülüşüm galiba ben de O'na resmen aşığım...

25 Haziran 2008 Çarşamba

BUT NEVER SICK ENOUGH TO DIE

Bugün biraz keyifsizim yani son saatlerinde desem biraz daha yerinde olur.Güya yaz moduna geçtim,ruhum,bedenim,aklım herşeyiyle dinlenmede.Güya...


Bahsetmek istediğim onca konu var ki.Yazmayı çok istiyorum ama nereden başlayacağımı nasıl cümleler kuracağımı bilemiyorum.Yazmaya en çok bugün ihtiyaç duydum ve ilk kez yazarken bu kadar zorlandım&tıkandım,karmaşık cümleler kurdum.Anlayan anlar herhalde :) Ağzımı açık bıraktılar sonunda daha neler duyarım daha neler olur diye düşünüyorum sanki faydası dokunacak gibi olacaklara.Ne yani,düşün yada düşünme herşey olacağına varırken kaç dakikan kaldığını bile bilemediğin şu hayatta pek de kafa yormamak lazım herşeye,herkese. Yaşlı insanlar...Çevremde fazlasıyla var,70 yaş ve üstünden bahsediyorum.İnsan denen yaratığı ölüme yaklaştıkça çevredekilerini kendinden uzaklaştırmak istetecek kadar saçmalatan şey nedir?Saygıyı yaşınızdan,sevgiyi de ailevi bağlardan dolayı değil de gerçekten içten geldiği için yaşatılmak istiyorsanız gülenyüzünüzü,tatlı dilinizi kimseden esirgemeyin.Birinin birşeylerine kızıyorsanız bunun faturasını o kişilerle bağlı insanlara ödetmeyin.Kapınızı açmaktan korkmayın.Yalandan yere hastalık numaraları yapmayın,hem komik duruma düşmeyin hem de kendinizden soğutmayın.Bu kesinlikle naz yapma yöntemi olmamalı,bu acizliğe düşürmemeli kimse kendini.

I'm bored.Kendi içinde aşamamışsa insan bişeyleri dedikodu da buluyor çareyi,galiba.O şununla bunu yaptı.Bu da şöyle demiş.Hımm...Aaaa,inanmıyorum.Eeee,başka???Kimse kimsenin hayatına burnunu sokmasa,kendi hayatlarıyla ilgilenseler.Huzuru başkalarının hayatında soru işaretleri kurmak üzerinden götürmeseler.Bırakın herkes hayatına baksın,size ne bize ne başkalarının mevzu bahislerinden.Mutsuz insanların,güveni kırılmış insanların kendilerini toparlamama çabaları...Kendilerinden kaçtıkça başkalarının hayatına sokulmaya çalışan aciz ruhları.Ne eğitim,ne maddiyat,ne maneviyat kompleksi engelleyemiyor.Eğer tek başıma kaldığımda kendime yetebiliyor,toplum da kendimi fark ettirebiliyor,kimseyi ezmeden kendimi saydırabiliyorsam,her yaştan her türden insanın yanında mutlu olabildiğim gibi mutlu da edebiliyorsam bundan güzel birşey yoktur diye düşünüyorum.Kaç insan var sizce bu cümlelerin hakkını veren?Bugün bir çok insanın iş hayatında var olma sebeplerini maddiyatın dışında kendi boşluklarından kaçmak için olduğunu düşünüyorum.Boşta kaldıkları her an kaydıkları alanın basitliğini farkında olmak can sıkıcı olmalı.Bu tiplerdir işten kalan tüm vakitlerin de yararlı olabilecek hiçbirşeye vakit bulamayan.Bloglar için "Amaan işiniz gücünüz yok boşluktan yazıyorsunuz,ben okumaya bile vakit bulamıyorum çok yoğunum iş hayatı."Hadi yaa bana milletin lafını yetiştirecek vaktin var öbür yandan azımsanmayacak kadar çok blog yazarları var büyük şehirlerde yaşadığı,evi,çocuğu olduğu halde vakit bulup hem yazıp hem okuyanlar.Sizi ve onları ayıran özellikler ne?

Dağınığım bu akşam :( Yazdıklarımı silmek istemiyorum,bir süre sonra kaldıracağım.Karışığım,birilerine ihtiyacım var.Nedense bilemiyorum aklıma Nakhar'cığım sen geldin sanki bir tek sen anlayacaksın beni gibi geldi,başından beri de amcanla ilgili yazdığın yazı var.Umarım en kısa zamanda okursun bu postu.
Spora başlayacağım,pilates topum tamam egzersizlere başlıyorum yarın :) Badmintona başlıyoruz anne ve kardeşle.İp aldım,atlayacağım,26 yaşındayım,çocukluğunu yaşayamayanlara inat,yad edeceğim o günlerimi.Tenis oynamaya partner buldum,nöbetleri haricinde bana vakit ayıracak.Tüm sezonlarının mevcut olduğu beni izlerken kahkahalara boğan "My Name ls Earl" cd'lerim var.Perşembe günlerimi havuzla doldurdum,yaz modundayım ya ;) Hem bronzlaşmak için hem de sıkılaşmak için.Karın kaslarıma ağrısı vurana kadar durmadan yüzmek.Taşımayacağım için Toyikiden alamadığım hint deseni tüm renklerin varolduğu hulohopum var bir tek aklımda.Bir de içimde özlemi giderilememiş rollerblade'm,hala kayamadığım,her yere baktığım ama yıllardır 38-39 numarasına denk gelemediğim.Dansa davet var bir türlü değerlendiremedeğim içim de uhdesi kalan ve evde tek başıma deli gibi flamingo tango yapmama sebep olan :(

23 Haziran 2008 Pazartesi

TRBZN---1

Bu güzel yollardan gittim saatlerce,kulaklarımda Jack Johnson'ın sesi,ruhum da gözüm de mest olmuş Trabzon'u buldum...Koca otobüste 7 kişi 1'i ben,1'i bir Abla (ürkek bir Trabzonlu,eşi rahatsızmış hastaneye yatırmışlar,Samsun-Trabzon yollarda ve bu bayan Trabzon'da dolmuşla bile bir yere gitmekten korkuyor.Benden medet umdu,otobüs vaktine kadar samimiyeti kurdu :),diğer 2'si anne&kız (Anne Samsun'a gelin gider 5 yıl üstüne de kızıyla memleket ziyaretindeler.Yol boyunca şurası şöyle burası böyle mi olmuş??Aaaa....),diğer 2'si de karı&koca (Amcam KTÜ'nün ilk mezunlarından,İnşaat Mühendisliği mezunlarının buluşmasına gidiyorlarmış.Bana da bol bol dua ettiler Allah bana da nasip etsin diye.) Amiiin ;) 1 tane de tombik tombiş bir teyzecik (Zırzıırr telefonu çalıyor,kapat teyze dedikçe panik oluyor ve nihayetinde itiraf ediyor:Yavrum ben kaybetmeyim diye telefonu bağladm iple çantama ama şimdi bulamıyorum :( ) Tüm bunları nasıl mı öğrendim,yol boyunca peşi sıra koltuklara yayılmış sohbet ede ede,güle oynaya bol muhabbetle geldik de ondan.Çok keyifli bir yolculuktu...
Dostlarla ev sıcaklığında yapılan bir öğle üstü kahvaltısı,uzun uzun sohbet,türk kahvesi ardından falı tutanları tutmayanlarıyla adet yerini bulsunluk :) Sonra yürüyüş araya sıkıştırılmış fuar ziyareti,4 yeni kitap gözleri ışıldayan bir satıcı elimize tutuşturulmuş birer kartvizit.Oradan istikamet Faroz Balıkçı Barınağı.Mis gibi deniz kokusu,dinginlik,huzur,tavşankanı çaylar,badem-fındık-kan üzümü,insanın içine işleyen derin bir sessizlik,arada onu bozan martı çığlıkları (sanki birileri gırtlaklıyor bu hayvancağızları) ,vs,vs,vs...
Yalnız kaldım bir süre sonra,açtım Joan Baez'imi ne zamandır okumak istediğim Olasılıksız kitabımı da aldım elime okudum bir güzel,bir nevi nirvanaya ulaştı ruhum ;) Azınsanmayacak kadar da çok fotoğraf çektim.Bu arada fotoğrafta var olamayan 4. kitabım da yine "Olasılıksız" kitabının yazarı Adam Fawer'a ait "Empati"...Övüldüğü kadar varmış mutlaka okuyun.Kısa bir yürüyüşün ardından ev ve dersler...

Diamonds and Rust - Joan Baez





Bu şehirde hep bir hüzün olduğunu duymuştum taa yıllar önce ama bu denli yerinde bir edinim olduğunu anlamak için bu şehrin içinde var olmak lazımmış...

THE DEATH OF MY OTHER LIFE

I dont know whats the death but I learn 8 month ago.My test come me x-large,death is very easy like my sentence,like clash by accident :) Misses in arrears about them is growing rapidly day by day.Now I'm listening Arion Radio (Greek's radio),music is dramatic and I want to commisserate my missing with you by simple sentences.Death is really hard to deal with condition.A big peace of my life death by when others life is finished.And I learn in this time:
No one has power over the spirit to retain the spirit,
And no one has power in the day of death.

17 Haziran 2008 Salı

nisan

ılık bir nisan gecesiydi ve yağmur çiseliyordu ve ben yıllarca çizgilerine basmadan yürümeye çalıştığım yolun tam ortasında yapayalnız ve artık çizgilerine basmamak için çaba sarfetmeden aklı dingin, kalbi bomboş bir halde yürümeye çalışırken, o, yolun karşı kıyısında, kalabalık bir arkadaş grubundan artık ayrılıp evinde sıcacık yatağında uyumak istediğini her edası ile belli edercesine zoraki yürürken, nedenini onun da, benim de belki de hiçbir zaman bilemeyeceğimiz birşey yüzünden başını çevirip gözleriyle karşılaştığımda; şimdiye kadar sevdimi söylediğim tüm eski sevgililerime, ki o eski sevgililerden bir tanesi bunu benden iyi biliyormuş anladım, hayatımın en büyük yalanlarını söylemiş olduğumu farkettim. Sevmemiştim. Meğer ben ne ondan önce, ne ondan sonra hiçbir zaman hiç kimseyi sevmemiştim. Yağmurun usul usul çiselediği o nisan gecesinde ben, onun gözleriyle karşılaştıktan sonraki o kısacık anın ardından, benliğimi tümüyle ele geçiren o kokunun yağmurun toprakla buluşmasından veya güneşin cilvesine kapılıp erken açan çiçeklerden değil de.. usulca esen rüzgarın onun saçlarıyla dansından yayıldığını.. kaç zamandır dilimden düşürmeden aradığım o “huzur”un sebebinin , o sokakta yapayalnız yürürken yaşanan sessizlikten veya bulutların ardına gizlenmiş ayın belli belirsiz parıltısından değil de..yıllardır bir an olsun içimden çıkmayan onun yemyeşil gözlerinden kaynaklandığını anladığımda herşeyin artık herşey için çok geç kaldığını anladım...

15 Haziran 2008 Pazar

NAKOZREN HİNDİ?

Size bir fizik sorusu soracağım şimdi:

Sürekli olarak 20.0A ve 240V ta çalışan bir fırında 4 saatte pişirilen hindinin fiyatını tahmin ediniz.
Elektriğin fiyatını bildirme zahmetinde bulunmamışlar ve sonuç dolar bazında çıkıyor.Eğer birinizin ilgisini çeker de tahminini yorum olarak bırakırsa yazarım artık fiyatını :)
Arka sayfada da şöyle bir soru çıktı hatta karşıma,çok da güldüm :) ->Gazete makaleleri sık sık "kurbanın vücudundan 10000 V luk elektrik akımı geçti" gibi deyimler ihtiva eder.Bu deyimde yanlış olan nedir?
Zıkkımın kökü!!! Adam gibi şeyler sorun bea,şaştım ben kitaplardaki bu sorulardan.Bir arada yaşmaya ile kızı öldürtmeye çalışıyorlardı bize,odaya kilitliyoruz da mayaya bilmem bişey yapıyoruz da.Laboratuvarda 3 ay boyunca zar attığımızı bilirim,zarın hilesini bulmak için 3 farklı renkte zarı 100'er defa atmıştık.300 atış,300 istatistik değer ve her renkteki her bir rakam için ayrı ayrı hesaplamalar...Bir defasında da 20 yüzlü zar deneyi yaptık.İstatistik Fizik hocamız Sinan Bey bir derste bize "Mutlaka her fizikçi briç oynayabilmeli,ne yapın edin öğrenin.Gelin oynayalım kulüpte." diye buyurdular.Kurduğumuz devrelerin haddi hesabı yok!Mikrodalga fırın bile yaptık.Anlayacağınız ben Fizikçiden çok kendimi elektrikçi,kumarbaz,katil sıfatlarını taşıma potansiyeline sahip biri olarak hissediyorum :) Fizik Bilimcilere farklı bakış açıları sayesinde deli gözüyle bakarlar ya bizi bilimci olarak yetiştiremediklerini farkında olup da bari deli gözüyle baktıralım çabasında olabilirler mi acaba???
Şu hayatta Fizik Bilimci Ebru ER olarak anılır mıyım bilemiyorum ama labaratuvarlar okul yıllarıma dair unutamayacağım bölümle ilgili tek keyif aldığım alan ve briçi de her halukarda öğreneceğim ;) Deli kumarbaz olacağım,zarlara Hg enjekte edip hileler yapacağım,olmadı mayayla adam öldürür,10000 V la çarpar gazate makalalerine "Deli Fizikçi" olarak geçerim.Allah korusun :) Şeytan kulağına kurşun işin gırgırındayım.

TURKEY LATİN FEST 2@KAÇIRMAYIN

20-21-22 HAZİRAN
TURKEY LATİN FEST
@
İSTANBUL ARENA@ REFRESH THE VANUE

İstanbul bu festivalle çalkalanıyor.Latin festivalinde 3 gün boyunca dans var.Bu yıl 2. si düzenlenen Turkey Latin Fest İstanbul Arena @ Refresh the Venue'da dans sevenleri bir araya getirecek.Dansla ilgilenen ve orada olmayı gerçekten çok isteyen biri olarak,buradan da duyurmayı dert ettim kendime.Müziğin ritmi ve beden ritminin birleşimi ancak dansla bu kadar büyüleyici ve kusursuz olabilir.Fırsatı olan herkes gitmeli,dansı seven herkes kaçırmamalı bence.Bostonlu dünyaca ünlü topluluk Burcu Hürtürk ve Victor Lawrance'den oluşan Hacha y Machete damgasnı vuracağı kuşkusuz.Dj ' lerin de olacağı bu festivalde illa ki de dans etmeyi bilmek gerekmiyor,dansçılarla dans etme fırsatını yakalayabileceğiniz gibi dans atölyeleri de bulunacak.Yapmanız gereken bu organizasyon kalitesi için oldukça uygun fiyatlı biletlerden temin etmek ve kendinizi müziğin ritmine bırakmak.Bakalım kaçırılmaması gereken bu festivalde görsel şovu bize kimler sunacak:
1- Hacha y Machete ...Bostonlu Mambo Dans grubu. Kendi dalında dünyanın en iyi topluluklarından birisi. Grubun ilgi çekici yanlarından biri de kurucusunun bir Türk olması. Burcu Hürtürk ve nişanlısı Porto Riko’lu Victor Perez izleyenlere unutulmaz dakikalar yaşatacak.

2- Juan MATOS ( Newyork) … Mambo’nun yeni nesil temsilcisi. Herkesin hayranlıkla izlediği partneri Candy Mena ile birlikte yine genç dansçılara ilham kaynağı olmaya devam ediyorlar.

3- Salsa Dance Squad ( Hollanda) … Dünyanın en ünlü koreograflarından biri olan Eric Lalata’nın önderliğinde salsaya yenilikçi bir bakış getiren, gösterileriyle izleyenleri büyüleyen yaratıcı bir grup.

4- Dj. Mauri (Hollanda) …LATİN Müziği dünyasının en meşhur isimlerinden, kitleleri sürüklüyor.Bunlar gibi daha pek çok ünlü isim izleyici önünde hünerlerini sergileyecek.

Ayrıntılı bilgi için: http://www.turkeylatinfest.com/

Bu etkinliğin biletlerini Biletix'ten almak için tıklayın.

BUYRUN

Şu saatlerde ÖSS de ter dökenler arasında kardeşim de var.Çok halta yarıyormuş gibi bu memlekette okumak,işsizlik,az paraya çok iş,çok paraya hayat standartlarını yükseltme ama yaşam kalitesini düşürme,vs vs vs...

Girdik de üniversiteye başımız göğe mi erdi!!!Lisede sürekli karşınıza çıkan "Sen bir üniversiteye gir yaparsın o zaman." cümlesini unutun,daha çok çalışmanın gerektiği,dersten kalma kavramıyla paşalar gibi karşı karşıya kaldığınız eğlencenin tam gaz olduğu ama stresten pek de rahat edemeyeceğiniz bir tür öğrenci kampı...

Ben girdim 6 yıl oldu mezun olamıyorum ;) Mezun olacağım da ne olacak??6 yıl oldu da neden halen mezun olamıyorum,çünkü ne olduğunu algılayamadan bir hengamenin içinde yanlış karar verdim.Düşünüyorum geçmişime bakınca hiç önümde "Ben okumayacağım üniversite falan,ben şu sektörde çalışmaya başlayacağım yada şu işi kurup ticarete atılacağım." alternatifi olmadı.Sanki okuma yazmayı bile üniversite sınavına gireceğimiz için öğretiyorlar.Yaptınız bir şuursuzluk girdiniz sınava sakın ama sakın aile baskısı,toplum baskısı ounduna gelip de puanınız yettiği için ve bir daha sınava girmemek uğruna istemediğiniz bölümü yazmayın,aman ha,sakın,uzak durun.Sonra ne okurken keyif alırsınız istekli olup çalışır bitirebilirsiniz ıkınmadan ki demedi demeyin sevdiğiniz istediğiniz bölümde de ıkınacaksınız ama en azından pişmanlığınız olmaz yada bu derslerin sayısı daha da az olur.İş hayatınızda da daha verimli ve mutlu olursunuz ne de olsa çok çok çooooooook çalışacağız.

Özetle arkadaşlar bindiniz bir alamete gidiyorsunuz kıyamete,sonunuz hayırlı olsun,geçmiş olsun.İyi düşünün doğru karar verin.1 yılınız boşa gitmesin diye hayatınızı etkileyecek karar vermeyin.Varsın olsun gitsin 1 yıl,üniversitede uzayarak gideceğine ailenizin yanında daha güzel bir hayat için gidiversin.Herkese başarılar,bol şanslar.Bir de okumaya bel bağlamayın,inanın bitince başlayacak hüsran denizinde ayakta durabilmek için boğuşmalarınız,hiçbirşey güllük gülistanlık değil.Daha çok sınavlar çıkacak önünüze,bunun KPSS'si,ALES'i,TUS'u var :) Kolay gelsin...

11 Haziran 2008 Çarşamba

CEMAL SÜREY'Y'A


Sanıyorum ki bilmeyen yoktur Cemal SÜREYA'yı,şiire bulaşıp da taptığı bir Cemal SÜREYA şiiri olmayan var mıdır ;)




Hayattaki en büyük probleminin adressizlik olmasından yakındı.Dört kez evlendi ve 29 farklı evde oturdu.




Soyadının 2. 'Y' sini ise bir iddada kaybetmiş.Asıl adı Cemalettin SEBER olan şairin en ilginç özelliği ise imzasıyla kendi silüetini çizmesiymiş.Meşhur sigarasını da temsilen imzasında 'Ü' nün noktalarını kullanmış.


MUT(SUZ)

Kim istemez mutlu olmayı
Ama mutsuzluğa da var mısın?
Cemal Süreya

8 Haziran 2008 Pazar

GÖKYÜZÜNÜ AŞK SARDI

Bugün Erbaa'nın gökyüzünü adeta aşk sardı.Renkler inanılmaz büyüleyiciydi,kalp ritmini değiştirecek kadar heyecan vericiydi,gözlerimi alamadım.Yaşamak lazımdı bu güzelliği...

BİLİMEYORUM

Bugünlerdeki Türkiye'ye bakınca içim eziliyor resmen,ülkede ısrarla kalan ve sayılı 2-3 kurumda araştırmalarını yapan kaç bilim adamı var?Kimileri yalandan cinnet haberleri ile desteklenmiş intiharlarla kimileri kazalarla bir bir yok ediliyor.Sahip çıkıp ilerlememizi engellemek isteyen ve birilerini güdümüne olanlar karşısındaki güçsüzlüğümüze karşı biz ne yapıyoruz???
Fizik bölümünde bir bilimci adayı olarak mı yetiştiriliyorum?Teşvik de bulunuluyor mu bize?1970'li yıllardan kalma laboratuvar malzemeleriyle ne kadar sağlıklı bir eğitim alıyorum? Fizik,Kimya,Matematik öğrencilerini gören herkesin aklına neden ilk öğretmenlik geliyor??Bilim bu ülkede nerede,bilimciler nerelerde??? Herşey bir kenara gerçekten iyi eğitim almış ve büyük başarılara imza atabilmiş bilimcilerimizi ülkemizden öyle yada böyle göndermelerinin sebebi ne? Şartlarımızın yetersiz olduğuna inanmıyorum,sahip çıkmayı becerdiğimiz ve çıkar ilişkilerindeki korkularımızı bir yerlerde bırakmayı başardıkları takdirde...
"Ekselansları Atatürk,
OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler , Almanya’da halen yürürlükte olan yasalar nedeni ile mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe , bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler , yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi , birliğimize yapılan çok sayıda müracaat arasından seçilmişlerdir. Bu ilim adamları , hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde bir yıl boyunca hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla , hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etmek cüretini buluyorum.
Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein"
__________________
1933 yılında Almanya'da Nasyonal Sosyalist Partisi'nin iktidara gelmesiyle yasalar yüzünden çalışmalarına izin verilmeyen 40 bilim adamı adına Mustafa Kemal Atatürk'e bu mektubu yazdı Albert Einstein.Atatürk, bu isteği kabul etti ve İstanbul Üniversitesi'nde çalışma imkanı tanıdı...
Bu mektup üzerine hiçbir yorum yapmıyor ve size Türkiye'de ismi bile pek anılmayan,bilinmeyen bir bilim adamından bahsedip örneklendireyim anlatmaya çalıştıklarımı:
1996 da Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden mezun olup, aynı sene Almanya Bauhaus Mimarlık Akademisine yüksek lisans için kabul edildi. 1997 de aynı üniversitenin bilgisayarlı tasarım kürsüsüne asistan olarak girip Avrupa Uzay Havacılık Dairesi nin (esa) uzay istasyonu tasarımını yönetti. Mühendislik lisansını yüksek teknoloji (high-tech) yapılar üzerine gerçekleştirdi.
Japon Uzay Havacılık Dairesi'nde (JAXA) görev yapan 9 bin kişi arasındaki tek Türk ve tek yabancı olan bilim adamı... 33 yaşındaki Serkan ANILIR, 'uzay asansörü', 'uzay şemsiyesi' gibi projeleriyle tanınıyor...
Yeryüzüne milyon katlı binalar dikebileceğini ve bunların 10 dercelik depreme dayanabileceğini söylemiştir. Yazdığı bir makaleye herkes gülmüş ancak Stephen HAWKİNG'e benzer açıklamalar yapınca nobele aday gösterilmiştir. "Ancak türkçe öğretim görseydim alırdım bu nobeli." diyebilecek kadar kendine güvenen bir dahidir.

5 Haziran 2008 Perşembe

YEMEN'DEN LATİN AMERİKA'YA KAHVE

Kahveye dair birçok bilginin mevcut olduğu bu post bazılarına büyük olasılıkla sıkıcı gelecek gibi :) Aslında kahvenin 40 yıllık hatırının nereden geldiğini öğrenmek için başlamıştım kahve araştırmalarına,sonuç nerelere geldi,okuyun ve görün.Her paragraf farklı hikayelere sahip olup atlaya atlaya okumanızda hiiç bir sakınca yok.Yolu gösteren ben olayım ki bozulmayım kötü yorumlar karşısında...

CHAPTER 1

MORNING MAP

Birçoğumuzun sabahları ayılmak için içtiği kahve,bağımlılık derecesinde günümüzün haritasını çiziyor.Peki bu keşfin sahibi kim??

Kahve i.s 850' li yıllarda Yemen civarında bir keçi çobanı tarafından keşfedilir. O zamanlar sürüden kaçan keçiler bir müddet dağlarda tek başlarına gezdikten sonra yoruldukları ve acıktıkları için bir şekilde geri dönerlermiş. Yine bu kaçışlardan birinde iki keçi eskisinden daha hareketli ve enerjik geri dönerler ve gece boyunca da uyumayıp diğer keçileri de huzursuz ederler. Bunun üzerine bunların çobanı köydeki imama giderek olayı anlatmış. İmam' da bunların dağda gezerken yedikleri birşeylerden zehirlenmiş olacaklarını düşünüp çobana bir daha ki sefere keçilerin izini sürmesini ve nerede otlandıklarını bulmasını istemiş. Herneyse birkaç gün sonra çoban elinde birkaç dal parçası ile gelmiş. O civarda yetişen tanıdık bir bitki olmadığı için de zamanında Etiyopya hükümdarı ve onun siyah hristiyan askerleri ile buraya getirmiş olduğu bitkilerden biri olduğunu tahmin etmiş. Bu dalın üzerinde birkaç tomurcuk, ezilmiş ve çiğnenmiş yapraklar falan varmış. Yani keçilerin bundan yediği kesinmiş. Bizim imam bakmış bakmış ve tomurcuklardan birini ağzına atarak yavaşca çiğnemiş. Tadı acı olduğu için de hemen tükürmüş. Bu arada olayı da çözmek istiyor, bunun üzerine oturmuş bu dal ve tomurcukların içindeki çekirdekleri sıcak suda haşlayarak çay gibi birşey hazırlamış. Çekirdeklerin suyla olan bu temasından sonra oldukça çekici ve güzel bir koku yayılmış. Hazırladığı bu karışımı içen imam uyumak üzere uzanmış ama uyumak ne mümkün. Kendini oldukça enerjik ve dinç hissetmiş. Sabaha karşı sabah namazı için diğerlerini de kaldırmış. Tabi millet uyku mahmurluğu içerisinde bunun üzerine diğerlerine de bu hazırladığı karışımdan içirmiş ve hepsi de uykuları dağılmış olarak ibadetlerini yerine getirmişler. Bitkiyi keşfeden imam bu bitkiye iki ayrı anlamı olan KAHVEH demiş. Yani uyku kaçıran,dinçleştiren ve bir Pers Kralı olan Keykavus' un kanatlı atlara sahip arabası ile gökyüzünde uçmasını hatırlattığı için.

CHAPTER 2


HISTORICAL MAP

Avrupa'lılar, onyedinci yüzyıla kadar kahve nedir bilmezlermiş. Ortadoğu'ya yaptıkları ziyaretlerden geri dönen bazı Vededik'liler, ilk defa büyük miktarlarda kahve çekirdeği getirmişler beraberlerinde şehirlerine. Avrupa'ya gemiyle yapılan ilk yeşil kahve çekirdeği sevkiyatı, Venedik limanına teslim edilmiş 1615 yılında ve İtalya'daki ilk kahve evi de (caffe florian), Venedik'te 1683 yılında kurulmuş. Onyedinci yüzyılın ilk yarısında, Venedik ve Marsilya şehirlerinde kahvenin ne olduğu bilinmekle birlikte kahve çekirdeği ticareti yapılmıyormuş henüz. Kahve içmenin keyfini ticari anlamda ilk benimseyen Avrupa milleti, İngilizler olmuş ve aslında Avrupa'nın ilk kahve evi de, 1650 yılında açılmış.

İlk yudumundan son yudumuna kadar büyük keyifle içtiğimiz, kokusu, tadı ile bizleri büyüleyen kahve, Orta Doğu ülkelerinin bir parçası olan kahvehanelerden çıkmış ve 17. yy da avrupa ülkelerine yayılmıştır.İngiltere Kralı ll Charles ve Papa lll Clement gibi politik ve dini liderler kahvehanelerde gerçekleşen özgür düşünceli tartışmaları önlemek için kapatmaya çalışmış ve yasaklar getirmiştir ama tüccarlar, Doğuda Endonezya'ya kadar, Batıda da Güney Amerika'ya taşımışlardır.Kuzey Amerika'ya ise avrupalılar tarafından götürülmüştür.

CHAPTER 3

HAVANA

Kuzey Amerikadan da Latin Amerikaya geçelim ve en önde gelen kentlerinden olan Havana'ya bakalım biraz da,öyle ya sigara içenlerin daha doğrusu sigaranın en yakın arkadaşı adeta kahve.Havana Kenny G.'nin parçası,Küba'nın başkenti,PURO'nun anavatanı... Puro ve kahvenin en çok tüketildiği ülkerlerden biri.

Latin Amerika çok sıcak olduğundan buradaki genç ve güzel Latin kızları sürekli mini etekler giyiyor ve bilindiği üzere Küba'daki puroları bu kızlar sarıyor.Bacaklarının üzerine önce puro kağıdını serip daha sonra da tütünü koyuyor ve sarıyor.Dolayısıyla bacağındaki teri puronun kağıdına yada tabakasına geçiyor.Son olarak kullanıcısı eline alır,önce koklar ve iç çeker,sonra da diliyle puroyu ıslatır ki saran kızı hissedebileyim diye ;) Puroları ile kahveyi bu denli bütünleştiren keyif nedir dersiniz???

CHAPTER 4

İLHAM KAYNAĞI

Türk kahvesi, çeşitli sanat dallarında da işlenmiş. Klasik müzik arşivinin unutulmazları arasındaki J. S. Bach'ın ünlü kahve kantatı'nı, sanatçı bir kahve tutkunu olduğu için bestelemiş;

"Ah kahve ne tatlı,

binlerce öpücükten daha tatlı

muscat şarabından daha yumuşak..."

Dünyaca ünlü kahve tutkunları arasında Madame de Pompadour, Alexandre Dumas, Andre Gide, Moliere, Pierre Loti, Victor Hugo, Balzac sayılabilir. Türkiye'de ünlü ressam Ali Rıza Bey, karakalemlerinde kahveyi ve ondan doğanları resmetmiş.Yemek sonrası tadına doyulmayan bir fincan kahve, yüzyıllardır kız isteme törenlerinde kahvelerin sunulmasıyla tatlıya bağlanan evlilikler, umutlu günlerin habercisi kahve falı... Nesilden nesile geçen bu lezzet geleneği, bir fincanın 40 yıllık hatırıyla gelecek nesilleri de kendi tadıyla büyülemeyi sürdürecek.Türk kahvesi, Güneydoğu’da çok yaygın olarak içilen mırra ile İtalyanların "espresso"su arası bir tür. Kahvemizi tüm kahve çeşitlerinden ayıran özellik, şekerin pişme sırasında ilave edilmesi. Bu arada bir de dipnot: Yunanlılar, yıllardır türk kahvesine "greek cafe" demekte ısrar etseler de Yunanlı yazar Elias Petropoulos, "Türk Kahvesi" adlı kitabıyla bir gerçeği tüm dünyaya itiraf etti.

Balzac, bir şairin yazabileceği en güzel methiyeyi kahveye ithaf etmiştir:"kahve mideye iner ve ondan sonra her şey harekete geçer: düşünceler tıpkı sava meydanındaki büyük bir ordunun taburları gibi birbiri ardı sıra gelir; savaş başlar. hatıralar, savaş düzeni alan askerlerin önünde ilerleyen bir bayraktar gibi koşar adım saldırıya geçerler. hafif süvariler görkemli bir şekilde dörtnala kalkar. mantığın topçuları nakliye birlikleri ve fişek kovanlarıyla gümbürder. en zekice buluşlar keskin nişancılar olarak katılır. karakterler kostümlerini kuşanır, kağıt mürekkeple kaplanır, muharebe başlar ve savaşın yapıldığı meydan nasıl kapkara barut dumanının altında kalıyorsa bu muharebe de kara dalgaların akınıyla son bulur."

CHAPTER 5

SİZCE?

" Kahve sıra dışı bir içkidir.. Bira ve şarap insanın uykusunu getirebilir ama kahve onu ayıltır ve zihnini açar.. Bira ve şarap bir adamı sevdalandırabilir ama kahve onun şehvete merakını kaybetmesine neden olur.. Kahve içen biri sadece kendi işiyle ilgilenir.. Kahve ticaretin içkisidir.."

"Aşk kadar sıcak, şeytan kadar siyah olan."

"Kahve kadar bağımlılık yaratan falına haftada 2 kez baktırmazsam olmaz."

"En büyük bağımlılık. Sigaradan öte. Sabahları bir kadından daha güzel görünen ve kokan nesne. Kafeinsiz olanı hariç her türlüsü ayrı güzeldir. Soğuk içilen türleri de vardır."

"Halk arasında kahvehane kısaltması, bitmek bilmeyen calışma gecelerinin yegane ayakta tutucusu. Kavanozu açıldığında insanın yüzüne çarpan eşsiz kokuya hastayım."

"Kahve telvesini limonla karıştırarak
güzel bir karışım elde edersiniz ve bunu direk içersiniz boğaza çok iyi geliyor."

"Kokusunda davet var."

"Yalnızlığı paylaşan dost.."

"Buharla pişirilmiş lavazza..."

"Bir kutu çikolata..."

"Bir cafede otururken opsiyonel lrak kullanılan
ders calısırken fonksiyonel olarak devreye giren uyku düşmanı ajan(agent)."

"Bitmemesi gereken şeyler listesinde ikinci şey."

"Sabahları eksikliğinin kişi üzerindeki etkileri "Don't talk to me before l have my cup of coffee" şeklinde özetlenebilecek bağımlılık. Temel maddesi kafein olup, aynı adlı ağaçta yetişen meyvesinin ezilmesi ile elde edilir. Kola ile karıştırılması durumunda uyarıcı etkisi peak vurur, ancak etkinin geçişi özellikle düşük tansiyon problemli bünyelerde "lank diye bayılma" şeklinde gerçekleşeceğinden tavsiye edilmez, edilmemelidir.."

"Bi okul sabahında kahve bulamam yüzünden sinirli olmama aldırmayıp sakız teklif eden arkadaşa "onun içinde kafein var mııııı" diye bağırmama neden olan içecek."

"Bir hafta içilemeyince burnunuza kokusu gelen ve sizi mutfağa doğru sürükleyen içecek."

"16 yy. başlarında kafa yaptığı gerekçesiyle yasaklanmış olan içecek."

"Kırk yıllık hatrı olan keyif verici madde."

"Dişleri sarartma yeteneğine sahip içecek.."

"Gece çalışmalarında, sınav dönemlerinde, uyku kovma istemlerinde, soğuk havalarda...yanınızda olan dost..."

"Son 1 seneye kadar damarlarımda akan madde."

"Sabahları kalktığımda onsuz kendimi eksik hissettiğim aşkım. Ne güzel kara kara gözleriyle bana bakar, sabahlara kadar sevgisinden beni uyutmaz.Küçükken türk kahvesinin dibinde kalan telvesini yerdim, kalbim hızlı çarpmaya başladığında işte aşk budur derdim."

"İş ortamında sadece içmek için içerim,arkadaşlarımla içiyorsam muhabbetle birlikte keyifli olur.Sevgilinle içiyorsan pek bir anlam ifade etmez çünkü aklın ve benliğin karşıdadır."

3 Haziran 2008 Salı

BİNBİR KOMEDİ

Allah razı olsun Binbir Gece dizisinin senaristinden de yapımcısından da yönetmeninden de oyuncularından da :) Reklam arasında koştum hemencecik bir post yazayım diye,komedinin alasını kaçıran varsa belki vesile olurum da izleyebilir diye.Mutlaka tekrarı verilir ama canlı yayın keyfi de kaçmaz :) Hem başınız mı kel neden Dünya televizyonlarında bile ilk kez olan uygulamayı canlı yayında dizi izlemekten mahrum kalasınız,aaa lütfen :) Kapıda ki haberci kem küm 2 lafı toparlayıp da 1 cümle kurmaktan aciz,gelen ünlü konuk M. Ali Birand deseniz hiç farklı değil yalandan yere tebrikler kocaman bir sırıtmayla birleşince gülme krizi geçirdim gülme krizi.Zaten normalde de aksak konuşması adamcağızın malum.Her neyse içeriye daha doğrusu bahçeye geçiliyor Ceyda Düvenci ve Tardu Flordun dialogları başlıyor onlarda ağızlarını toparlayamaz halde en kötü oyunculuklarını sergiliyorlar,bana göre tabii ve inanılmaz bir komedi dizisi oluşuyor.B..unu çıkarmışlar özetle canlı yayın atraksiyonu yapacağız diye hepsi adeta acemi oyuncular gibi,tüm rol kesmeleri sırıtmış.Zaten normalde de izlenecek bir dizi değildi senaryosu berbat,Bergüzar Korel desen kasıntı,arada bakardım boşluktan ama bu akşam başından kalkamadım.Eğer izlemeyip de yakalayabilen varsa ekran başına yılın komedi dizisini kaçırmayın,üzülürsünüz ;) reklamlar biter Ebru içini dökmüş kaçar.Bye bye...

2 Haziran 2008 Pazartesi

5'LİK BOĞAÇ

_Anne,biliyor musun ben şimdiye kadar hayatımda hiç penguen görmedim.Üzülüyorum...

FESLEĞENLİ PASTA

KOLAY PASTA
Geçen gün bir tv programında rastladım bu pastaya hemen not aldım,evime geldiğim gibi de denedim.Güzel olunca bir de uzun zamandır da tarif vermeyince bu hafif pastayı yayınlayım dedim.
1 su bardağı su ve 1 çay bardağı tozşekeri kaynatıp şerbet elde ediyoruz,içine bir tutam taze kıyılmış fesleğen/reyhan atıyoruz.
1 adet sade pastabanın 2 parçaşının da üst kısımlarını bu şerbetle ıslatıyoruz,fesleğenleri süzdürmeyin içinden onlarda pastada yeşil yeşil gözükecek :)
Kreması için 2 yemek kaşığı tereyağında
1 su bardağı unu kavurdum,
1,5 lt süt ile 2-2,5 çay bardağı tozşekeri karıştırıp yavaş yavaş bu karışıma ekledim.
2-3 adet oda sıcaklığında beklemiş damla sakızını da ilave edip pişirdim.
Kekin arasına ve üstüne muz dilimleri yerleştirip kremayı üzerine döktüm.En üstüne de hazır çikolata soslarından (ketçap kutuları gibi kutularda satılanlardan bahsediyorum) çizgi çizgi gezdirmiştim ama pastam hala ılık olduğu için bu görünümü aldı :) Afiyet olsun.

1 Haziran 2008 Pazar

"... Mış Gibi" yada "... Miş Gibi"

Bir yerlerde birileri doğuyor,birileri yemek yiyor,resim yapıyor,maden kazıyor,ölüyor,kavga ediyor,evleniyor,pazarlanıyor,şarkı söylüyor,duş alıyor,kahve içiyor,purosunu sarıyor,tecavüze uğruyor,kahkahalar atıyor,kandırıyor-kandırılıyor,ders çalışıyor,hastalanıyor,temizlik yapıyor,yangın çıkıyor,denize giriyor,ağlıyor,gökyüzünü seyrediyor,mezarlığa taş seçiyor,tost yapıyor,sevişiyor,konuşuyor,yarışıyor,uyuyor,mutlu oluyor,intihar ediyor,yalanlar söylüyor,buzda kayıyor,sarılıyor,alışveriş yapıyor,müzik dinliyor,kaza yapıyor,hakaret ediyor,iftiraya uğruyor,hapis yatıyor,savaşıyor,konserler veriyor,iflas ediyor,esrar çekiyor,dans ediyor,balık tutuyor,fotoğraflar çekiyor,hayatlar kurtarıyor,bunalıma giriyor,evleri dekore ediyor,merdiven siliyor,dayak yiyor,seviyor-sevilmiyor-seviliyor,özlüyor,kaçıyor,aşık oluyor,telefon bekliyor,makyaj yapıyor,ritim tutuyor,dua ediyor,yazılar yazıyor,geziyor,ameliyat oluyor,küfür ediyor,ruh hastalıkları hastanesinde yatıyor,yolculuk ediyor,kargo bekliyor,koleksiyon yapıyor,taşınıyor,yaşlanıyor,icatlar yapılıyor,çikolatalar tüketiliyor,filmler çekiliyor,vs,vs,vs,vs....
Bir an bir çizgi beliriyor...
O andan sonra herşey kocaman,ağır mı ağır bir "...Miş Gibi" oluyor..
Geriye kalan bir tek ismin oluyor,o da şanlıysan...