28 Aralık 2010 Salı

SOL? SAĞ?

Arabam olmadığından sürekli araba kullanma durumum da yok, geçenlerde trafikteyiz hatta yurtdışına gitme hayallerini geçtim yaşama hayallerine dalmış konuşuyorduk ki fark ettim; Eğer direksiyonu sağda olan ülkelerden birinde yaşayacak olursak alışkanlığım olmadığından sağda direksiyonu olan bir taşıta pilotluk yapmak hiç de zor olmayacaktır benim gibiler için ;)

18 Aralık 2010 Cumartesi

30'A 1 KALA

20'nin yeri hep ayrı, hep güzel bende. 2oli yaşların başı süperdi, ayrı zamanda ayrı akıldaydım; iyi ya da kötü, işte kanı deli diye konuşulan dönemlerdi. Ne kadar kötü olabilirdi ki! 20 Aralık doğumgünüm 20 ayrı dedim ya hep apayrı dünyaya geliş tarihim! ; 20lerimin ortalarında hayatın en b*ktan yüzünü gördüm bugün 20 sekizim;ciuuuv uçarken büyüdüm, piştim, olgunlaşmadım :p, acı eşiğim düştü artık dayanıklı değilim ama hayatın o kısmında, o kadar; onun haricinde güçlüyüm, minnetsizim, Evliyim :)... Hala gencim onu kimseye bırakmamm, sanırım görüntüde de; yani tanıyan tanımayan 21-22 diyor ;) Hahaa, şımarmaktan zarar gelmez ya d.günüm yaklaşıyor, ömrümden 1 eksiliyor ha bir de 1 artıyor tabe :s

STAGE 29
20lerin sonuna yaklaştığınızda en güzel yanı bu oluyor sanırım; hayatının temel taşları, endişe yaratan kısımları şekillenmiş oluyor. Hala bir iş hayatım olmadığını düşünürsek eksik var ama onun harici tamam. Ailem+Çekirdek ailem :) Koca kişisiyle Ebru kişisiyiz 4 aydır... Sevdiklerim...
Bazen de çocuk olsam diyorsun; ailemin yanında olsam, beni herşeyden korusalar. Canım sıkkınsa, ağlamışsam; onların uzaktan gelen seslerine oyunlar oynamasam. Kötüysem iyiyim, meraklanmayın demesem.Ama hayat her zaman bonkör değil, hepimizi her daim bir arada tutmuyor. Uzakta olsunlar, sesleri ulaşsın kablolarla, tamam; yeter ki geçen günler o sesleri de yitirmesin hayatlarımızda.
30'lara yaklaşırken tedirginlikleriniz şekil değiştirecek, göreceksiniz ki 18 yaşındayım demenin yabancılığını çekerken bir anda 28 diyeceksiniz ve hayatın hızla akıp gittiğini 20lerde yaşayacaksınız. Hala 20li yaşlardayım, olley ama söylenenler doğruymuş. Gezin, eğlenin, arkadaşlarınızın keyfine varın, sorumluluklarınızı yerine getirip sorumsuzca yaşayın hayatı.
Büyümek, içsek içsek büyüme-sek.. Öyle sarhoş olsam kiii bir daha ayılmasam,
tıraninammm...
Buraya kadar sabredip okuyanlar, teşekkür ederim ;) Bugün benim doğumgünüm ve şimdiden bir sürü telefon ve ileti aldım, herkese çok çoook teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız arkadaşlar. Hayatın güzelliklerisiniz. Ben 28imi kovalamaya gidiyorum :(

22 Kasım 2010 Pazartesi

GEYİK MUHABBETİ

Dün gittiğimiz balmumu müzesinin konuklarından birisi de "Alice Harikalar Diyarında" kitabının ünlü çocuk hikaye yazarı Alman asıllı Baron MÜNCHAUSEN'di. 1720'li yıllarda yazdığı asılsız hikayelerle "Palavracı Baron" ünvanını :) alan yazarımız, dilimize dolanan "geyik muhabbeti" sözünün de sahibi olduğu varsayılırmış. Rivayet bu ya, hikayesi de doğrular gibi... Palavracılığına tanık geyik muhabbetinin hikayesi:
"Bir gün ormanda avlanmaya gittim ve karşıma bir geyik çıktı. Cephanem bittiğinden dolayı geyiği avlayamadım. Geyik de bana alay edermiş gibi baktı ve bende kiraz yiyordum. Kirazın çekirdeklerini tüfeğe koydum ve alnının ortasından vurdum. Geyik ilk başta biraz tökezledi ama kaçmayı başardı. Bir yıl sonra ormanda avlanırken bir geyik gördüm. Baktım geyiği tanıdım. Çünkü alnının ortasında kocaman bir kiraz ağacı vardı. Geyiği avladım ve kirazları yedim. Hayatımda yediğim en tatlı kirazlardı onlar."

Bunun gibi birçok hatta benzeri asılsız hikayeye imza atmış Baron.
Tıp tarihinde ölümcül psikolojik hastalık olarak bilinen "Münchausen Sendromu" hastalığına da Baron'un soyadından geldiği biliniyor.

14 Kasım 2010 Pazar

La Flambée Ankara

Öyle böyle değil, bu defa bizimkisi İstanbulluları kıskanıracak cinsten. Gazeteler, televizyon programları, dergiler, vs. güzel, kendine özgü, kaliteli, vb. mekanların hep İstanbul'da olması beni üzerdi. Niye herşey orada niyeee, derdim. Ama yaklaşık 10 gün kadar önce çarklar bize de işlemeye başladı...
Duyduğum kadarıyla değil okuduğum kadarıyla :p kısa bir özetle; Sevgili Laurent eşiyle tanışıyor ve evlilik kararı alıyorlar, Fransa'da şef olan kahramanımız neyi var neyi yok geride bırakıyor ve eşi için Ankara'ya yerleşiyor, bizde bu güzel mekana kavuşmuş oluyoruz ;)
Daha çok yeni bir mekan, 2 yıl kadar rötarla 10 gün önce faaliyete geçmiş.
İki Fransızın elinden çıkan leziz yemekler, dingin-şık-kendine özgü-yalın-özenli bir dekorasyon, vhsjnm Bu cümleyi sevmedim, eksik kalıyor sanki, öyleyse şöyle özetliyorum:
Buram buram Fransız bir mekan: La Flambée tam bir Fransız mutfağı...
GOP- Filistin Caddesine gidin ve Big Chef'i geçer geçmez sağdaki ilk sokağa(Ilgaz sk.) dönün ve oradan da hemen soldaki ilk sokağa(Hafta sk.) dönünce sağda ışıklarını farkedeceksiniz. Aşağıdaki fotoğrafın önünde duruyorsanız, emin olun ki doğru yerdesiniz. Ayrıca vale hizmeti de mevcut bu mekanda.
Kapıyı çaldık ve bizi Fransızca konuşan güleryüzlü biri karşıladı, tabii ki Laurent'tan başkası değildi. Girişteki bu sıcak karşılama + puan :) Bol fotoğraflı geceden Laurent&Biz
İçeride bizi şömine keyfi bekliyordu, oldukça yaylı, eski tip koltuklarımızda önce biraz keyiflendik.Etrafta gözünüzün takılacağı çok hoş ayrıntılar... 160 yıllık bir sandık, beyaz boyalı ahşaplar,...Eh iştelik türkçesiyle Laurent bize günlük farklılıklar gösterebilen 4 çeşit başlangıç ve 4 çeşit ana yemekten oluşan menüsünü, eğlenceli bir şekilde fransızcadan çeviri yaparak anlatmaya çalışıyor. Bir ara ciğeri anlatmak için bedeninden yardım almayı da ihmal etmedi, bir nevi Tabu oyunu! :)
Daha sonra bu merdivenlerden yukarı çıkıyoruz.
Ve üst katta sizi burası karşılıyor. Herşey süper...
Sigara kullananlar için küçük bir balkon, giriş bahçeyi gören; fotoğrafta tamamı görünmese de La Flambée web sitesinden daha fazlasına ulaşmanız mümkün.
Ve bizim seçimlerimiz: Peynir fondü başlangıç olarak kırmızı şarap ile birlikte. Ardından akia balığı, tavuklu bir yemek ve 2 gün şarapta bekletilmiş 8 saatte pişirilmiş dana eti. Yanlarında süper de toprak kapta fırın patates geliyor... Hepsi birbirinden leziz, hepsi uçan güzellikte lezzetler. Doyurucu ve hafif, üstüne elmalı tart,portakallı sufle, kuzey Fransa'ya özgü anneannesinin tarifi olan tereyağlı şeker tartı afiyetle yiyebiliyorsunuz. Gidin mutlak deneyimleyin.
Son olarak şu an kullanılmayan bir sürpriz bahçe var üst katta, arkada... Tadından yenmez bu mekanda bol sürprizler, güzel yemekler, keyifli anlar bizleri bekliyor. Kendinizi Laurent&ekibine misafirliğe gitmiş gibi hissedeceksiniz. İyi keşifler... EBBY.

14 Ekim 2010 Perşembe

LONELINESS

En kötüsü de ne biliyor musun? Kendini kötü hissettiğinde, dibe vurmuşcasına kötü hissetmek bu benimkisi. O andaki yalnızlığım. Yapayalnız olduğumu farkında olmak. Sevdiklerine kıyamamak ve yalnızlığı seçmek. En ihtiyacım olduğu anda uzaklardaki anneciğimi ya da onun ardına sıralanan sevdiklerimi, dostlarımı arayamamak; üzgün olduğumu göstererek onları üzmemek. Birilerinin benciliyim,benim bencilliğim bu kadar. Anlaşılmayışım, çileden çıkarılışım neden? Net değil mi cümlelerim, anlaşılır değil mi türkçem, bu kadar zor mu rahatlamak için istediklerim???

1 Eylül 2010 Çarşamba

BÖYLE Bİ BEN BUGÜNDE

İçimde burukluk, gözlerim yağmura özendi. Huzurum mutfağımda, dışarıdan bana fısıldayan yağmurda... Blind GUARDIAN-The Bard's Song fonda, birazdan Greek müziğe geçeceğim. Burnumda haşlanan karnabaharlarımın kokusu, kışa özlem ama yakalayamama. Yemeklerim beni çağırıyor, kısa mola iyi mi geldi acaba. Sakis haykırış da Sagapoooo diye :s

11 Ağustos 2010 Çarşamba

JUST MARRIED


Onca telaş koşuşturma, biz EVLENDİK. Düğünümüz oldu hatta üzerinden 10 gün geçti. Balayı, İstanbul'da katıldığımız ilk eşli düğün, İstanbul macerası, annemlerle geçen koca güzel bir gün hepsi geçti gitti, bitti. Sanki şimdi boşluktayız, yapılacak bir sürü şey var hem keyfi hem mecburi ama yorgunluk bize ket şimdilik ha bir de benim hasta olmam da etkili tabii. Neyse evimizde puzzle yapmak da çok güzel, şu sıcağa çözüm bulsak daha da güzel olacak...

18 Temmuz 2010 Pazar

MAGAZİN DE SON DAKİKA DEMET AKALIN&ECE ERKEN İLE KAVGA ETTİ, ERBAALI GENÇLİK DEMET'İ TAŞLADI; DAVULCUSU DAYANAMADI TOKMAĞI DEMET'E GEÇİRDİ NBVAIUOEWA

Kocasıyla iki gün önce kavga edip program iptali için Sülüman'ı arayan hatta Önder'den dün boşanan ve bugün gelmek istemediği konsere çıkan moralsiz Demet AKALIN çok güzel kıyafet giyinmişti; şahsen beğendim! Bedeni burada ruhu nerede belli olmayan bu şarkıcı kişi! bir ara sahne dibindekilere gürültü yapmayın kafamı şişiriyorsunuz derken kendi gerçeklerinden ne kadar uzaktı bilebilirsiniz. Neyse kayıttan ardı ardına söylediği şarkıları edemediği dansıyla saçmalayan salak kişi sahneden bir anda indi, o anda sahnede kendinden geçen davulcusu çalmaya devam etti; baterist değil davulcu! Ama Demet görünmedi, back vokaller şaşkın, davulcu şuursuzca devam ettiler. Ne bir açıklama ne bir... birşey. Hadeee gidelim dedik, bizim misafirler var, otelde kalıyorlar (Demette o otelde konaklayacak). Vardık bahçeye, uzuuun bir masa belli ki Demet ve ekibini bekliyor. Masanın başında back vokal, durumu algılayacağız laf atıyorum "Sen back vokaldin değil mi?" Cevap hayır! Kalkıp telefonla konuşmaya devam ediyor, o arada ben döşüyorum etraf bana destek. "Hadi bea vokal değilmiş, o ışıltılı t-shirt başka kimde vardı. Hem ben o göbeği nerede görsem tanırım!" Sonra bize doğru geldi ve "Elmacıklarına tomurcuk gül atmışlar, şiş oteli terk etti." Ha yani güzelim vokalsin de ne artistlik yaparsın :) Niyse efendim organizatör Sülüman abi, ne olduğunu bilmediğim türkücülere İbolara şarkı sözü veren kırık abi vs vurduk muhabbetin dibine. Bu arada Kanal D olmak üzere magazinciler çıldırmış haberi öğrenemiyorlar, bilin yazdıklarımın değerini ;) Görüntü bekleniyormuş, Demet dışarıdan cisim atıldığını iddia ediyormuş, bahane ettim demiyor da ve yola çıkmış Sülümanın arabayla Samsun'a çünkü orada Tıp fakültesi hastanesi varmış rapor alacakmış, tazminat vermeme mevzuları. 50000Tl ye çıkmış. Ama kendi aracını Ece ERKEN'e veren Demet Sülümanın kilit vurdurduğu mak. 110km hıza çıkan arabasıyla yola çıktığından 2,5 saatlik yolu kaç saatte tamamlayacağı geyikleri döndü.
Ya Demet ses yok, güzellik yok, sahne yok arada söylermişsin ama arada o da sen de bu azılı kahpelik olmasa o bacağını yapaylarını sunmasan senin bu kaprisine, senin bu sesi çıkmayan şarkıcılığına, sana bu ucuzluğunla kim para kazandırırdı acaba! Yazık ki bu memlekette senin gibiler sanatçı kabul ediliyor, o kalabalığın sana eşlik etmesi hatta ve hatta seni sevemeyen şarkılarını dinlemeyen bana bile Eserlerinin! yabancı gelmemesi Türkiyenin acılası tablosunu ortaya sunmuyor mu. Nasıl bir dayatmayla dinlediysem seni beynime kazınmışsın! Iuggh...
Ha Ece de ayrı vaka bu gece magazin bombasıyım. Düşünce organizasyondu ekipti içine renklendi dünyam, çok güldüm ama hiç şaşırmadım çevremdeki tuhaflara, hep olsunlar ya süper eğlenceli ;) Ececiğimin plaket töreniyle bitiyor işi ama bu arada arasının iyi olmadığı hatta küs ve hatta kavgalı olduğu Demetle ufaktan kapıştılar sahnede. Elinden telefonu düşmeyen aptal sarışın Ece, tutturuyor ben gideceğim diye. Sülüman diyor ki gece bitmeden gidemezsin, papaz olmayalım seninle. Bizim salak da başlıyor ağlamaya sevgilisi özel uçak göndermiş bunu almaya, Tokat havaalanı da 00:00'dan sonra uçuşlara izin vermiyormuş, bu da beklerse yetişemezmiş falan. Neyse Sülüman kabul etmiş ve nasıl gerçekleştiyse Demet benim araçla gönderin nasıl olsa ben Erbaada kalacağım bu gece sabah 5'te hareketim demiş.
Netice itibariyle eğlenceli insanlar, sağolsunlar güldük baya. Ha tabii biz bile bu hengamede duyduklarımızla olayı Ece ve Demet kavga etmiş, Ece ağlamış, Demet de izmarit atıldı diye sahneyi terk etmiş hatta hızını da alamayıp kostümüyle otelden ayrılmış diye duyduk. Otelden kostumüyle ayrıldığı kısmı doğru çıktı bir tek gerisi yukarıdaki gibi, asıl merağım kimse gazetecileri bilgilendirmediğinden yarın haber nasıl geçecek?
Gecenin fıkrası da kırık abiden; kestirmeden anlatıyorum: 20 yaşında elinde sazı İstanbula gitmiş şarkıcı olmaya. Gideceği yer için otobüse biniyor şöför yanına oturtmuş o indirecek gelince. Yaşlı bir teyze soruyor oğlum neredensin sen diye. Bu da "Sivas-Kangal" diyor. Teyze yapıştırıyor: Haa bizim köpeklerin memleketten!
Herkese iyi geceler...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

???

bazen ölümlere,ölenlere özeniyorum, herkese derim ben kazık çakacağım dünyaya diye. Arize ninenin toprağındanım ya! olabilir, mümkün...mutluluklara boğulmamışsan devam ettirmek neden ki bu dünyayı??? deli miyim ben ya :)

MONEY-MONEY


"Eğer bir insandan hoşlanmadıysanız ve daha onunla görüşmek istemiyorsanız;
*Fakirse ödeyemeyeceği kadar borç verin, daha kapınızı çalamaz.
*Zenginse borç isteyin, daha yüzünü göremezsiniz."
demiş biri.
Para işin rengini değiştirir mi?
_Değiştirir.
Bunun üzerine söz söylemek isteyen varsa yorum bıraksın...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

bayram günü doğdu adı BAYRAM oldu

Bazen en yakınımızdakiler yabancı olur; yaşanmışlıklar çoktur herkeste buna dair; can yakar, gözyaşı döktürür, üzer...
Ama hiç yabancı birinin bir anda yanımda olamazken henüz tanışamamışken yakınımda olabileceğini düşünmemiştim, onun için gözyaşı dökeceğimi ve aklımdan çıkmayacağını, üzeceğini... Her gün evimizin önünden geçerdi, ağır adımlar atardı; ara sıra çarpraz taktığı çantası omzunda. Kareli gömleğiyle geçen bu gence ara ara selam verirdim ama ne bağlamdaydık bilemedim.
Gün geldi, bir düğünde ölüm haberi aldım; tanıdığım birinin yeğeni ölmüştü trafik kazasında çok üzüldüm, burnum titredi; merhametten mi kendi acılarımın yinelenmesinden mi bilemedim. Gençliğiydi belki de; henüz 26 sındaydı. Dünya hali; düğünden çık cenazeye git; bilirim böyle zamanlarda sarılmanın acıyı nasıl da dindirdiğini, gönüle tesellisini! Fotoğraflar geldi, anne feryat etti "Oğluuum, yavrum kağıt parçalarıyla mı avunacaktım sana!" O ana kadar Güler teyzemin yeğeninin Bayram olduğunu bilmiyordum, aynı okulda 2 alt dönemimde okuduğu ve ortak arkadaşlarımızdan dolayı selam verdiğimi, her gün bizim mahallemizden geçen o tanıdık simanın evine bir gün cenazesi için gidip ağlayacağımı bilmiyordum.
Ve daha nicesini bilmemeyi isterdim; beynimi resetlemeyi acıyı, hüznü, özlemi bir yerde bırakmayı...
Rahmetin bol olsun Bayram.

25 Haziran 2010 Cuma

ÇİNPEMIZI

Çingene pembesiyle kırmızı gibi; her zaman geçtiğin yollardan eskisi gibi geçemeyeceğini bilmek ve hep benim dediklerini bugünde bırakmak, benliğinden uzaklaşmak kendini kaybetmek. Sevinçle hüzne hazırlanmak, gitmek isterken kalmayı da beraberinde aramak. Eşyalar kadar basit ve taşınılması kolay olması dileği herşeyin, herkesin; yüreğinin götürdüğü yerlere. Öyle olsa kimse ıssız kalmazdı, bir yarın tamamlanırken öbür yarın eksik olmazdı.

6 Haziran 2010 Pazar

DigitalVoiceRecorder

Yastığıma başımı koyduğumda, cümleler doluşuyor beynime. Birbirinden güzel, bütünüyle süper anlamlı ve aklımı hep aynı serzeniş sahipleniyor; "Bunları sabah olunca daha yakalayamayacaksın, kalkıp yazsan artık yakalaman için de geç! En iyisi kayıt cihazı!" Gogo'm bana telefonu kullanabileceğimi söylemişti taaa ne zaman böyle böyle oluyor diye ona derdimi yanınca ama galiba ben işin daha fantazi boyutundan kurtulamıyorum. Bana ses kayıt cihazı şart.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

ERKEKLER

Ooof, bu erkekler... Değişik varlıklar, Allah yokluklarını göstermesin :P Dönemleri var çeşit çeşit, mesela bıyık bırakamazlar bir süre. Aslında hep içlerinde var gibi bir uhde; bir bıraksam şöyle bıyık falan diye yoklama çekerler yada dalgasını geçerler ama vardır ya o merak acaba nasıl görünürüm? ;) Bırak cicim ya çekinme, sal iplerini; ha şöyle bir rahat et, ruhunu azad et; et bakalım!!

Aklıma ne geldi; tamam biliyor olabilirsiniz ama ben daha yeni duydum :s Ve birazcık da yarım yamalak aktarım söz konusu olacak: Borcu var adamı uyku tutmaz, derdi düşer hatun kişiye. Camdan çıkarır kafasını ve alacaklıya seslenir; Benim beyin borcu var ya sana, onu ödeyemiyor. Ardından er kişisine döner ve der ki: Hadi, rahat rahat uyu artık o düşünsün!

Volkan Konak'ın programını izliyorum şimdi, Trabzondayken nefret ettiğim bu adamı; şarkılarından da nefret ederdim, AYŞEM hariç onu oralara gitmeden de bilirdim, çok severdim çok!!! Ne zaman Trabzondan ayrıldım, dokunur oldu bu adamın şarkıları, tek geçiyorum, dinliyorum, sayıyor&sövüyorum, özlüyorum, ağlıyorum. O sözler ne ince, nasıl sızlatıyor burun direklerini, nasıl da inceden derin derin vuruyor yüreğe. Acaba var mıdır yolu Trabzondan geçip de oranın havası aylarca ciğerlerine işleyip de Volkan KONAK'ta uçup gitmeyen, var mı?

1. paragraftaki mevzunun devamı var...
Bırakırlar, sonrasında bırakamazlar. Karıştı; cümleye düzenleme yapıyorum hemen: Bıyık bırakırlat bir süre devam eder kesmesler ama bir an olur kesmeye yeltenirler ve de kesemezler. Nasıl bir durumsa ağır erkekler sendromuna dönüşüyor bu bıyık herhalde, sosyal toplum projesi gibi ruha yapışıyor, yahu kes light olmazsın, bu bıyıkta değil şekerim ruhani bir durum. Aaaa...Bizim evde bugünlerde bu hava hakim, çözüm üretilmiş; sakal bırakılıyor, bıyık ünceltiliyor inceltiliyor ve ardından tamamen yok oluyor. Kimseciklerde fark etmiyor :P Sonucunu bekliyorum babacığım 4 gözle, dört.

Güzel, bol yemekli bol fotoğraflı, temiz havada geçen bir günün ardından, tüm apartman Gönüldeydik. Çok güzeldi bugün, keyifliydi. Devamı da eve gelen paketle oldu; yeni oyuncağımız titreşimli bir kemer kan dolaşımını hızlandırıyormuş. Takıyoruz, titriyoruz, hahaaa. Jöle gibiyiz ailece, ııgh.

Mimoza çiçeğinden bana ne, birileri var yer yüzünde böyle aşık eden kendine ve karşılarında yetenekli bay ripleyler döşüyorlar sözleri, dizeliyorlar notaları; dış kapını mandalı bana dokunuyor. Acaba arada dokunan inceden bir kıskançlık mı? Birileri benim için neden bunları hissedip dile böyle getiremiyor mu? Yani insan başkasına karşı duyulan hisleri kendi üzerine almak ister ki? Başkasının çocuğunu çocuğun gibi düşünüp ona anne&baba sevgisi beslemekten, bir yabancıyı tadığın ve sevdiğin birine benzetip ona gidip sarılmaktan ne farkı var ki?

Sevgiler,
EBRU

11 Mayıs 2010 Salı

AHLAK

Ahlak olmalı en başta insanda; işini düzgün yapabilmesi için, insanlarla ilişkilerini güzel devam ettirebilmesi için, bu çarkın dürüstlükle dönebilmesi için...



CHP'li biri olarak Deniz BAYKAL'ın istifa etmesini yıllardır isteyenlerdenim, hatta yerine Umut ORAN'ı görmek isteyenlerdenim! Ama bu şekilde olmamalıydı, ahlakı kendi karı&kızlarının, bacılarının hayatında benimsemiş şerefsizlerin oyunuyla olmamalıydı. Bu arada belirteyim ben sayın Baykal'dan geri dönüş hamlesi bekliyorum! İnşallah bu da olmaz, artık elini taşın altına sokacak birileri CHP'yi uyanışa geçirsin istiyorum.

6 Mayıs 2010 Perşembe

ANNE KARNINA SIĞARKEN DÜNYAYA NEDEN SIĞMADIĞINI FARK ETMELİ

Farkında olmalı insan…
Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı.
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken ‘Dünya Benim!’ dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
Ölürken de aynı avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum İşte!’ dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrailin her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Ve ölmeden evvel ölebilmeli.
Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Eşref-İ mahlukat (Yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli.
Ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde,
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini,
ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti.
Yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür.

CAN YÜCEL

13 Nisan 2010 Salı

AY LAV YU UĞURSUZLUĞU

Menna, gazetede bir filmle ilgili yazı okuyor ve o günden beri vizyona girsin gidelim deyip duruyor. Sinema konusu açılsın, öneriyor insanlara Ay Lav Yu vizyona girsin gidin, o filmden umutluyum ben. Neyse gecikmeli gelir bizim buralara filmler, hatta bazıları hiç gelmez. Bu film gelenlerden oldu. Cumartesi akşamı programında sinemaya gitmek vardı. Elvanla sözleştik, evden çıkmamıza yakın Gönül abla geldi. Bizim sayı üçten( Elvan'ın ufaklıklar hariç) altıya çıktı, yolda karşılaşılan kuzenle yediye! :) Sinemaya yaklaştık Elvan'ı aramak için girişimde bulundum, gereksiz bir girişimdi ama telefonda ağlayan arkadaşımın sesini duyunca gerekli olduğunu anladım ve bir kez daha karar verdim, insana malum oluyor bazen bazı durumlar. Kafasını çarptığını ve kanamasının durmadığını söylüyordu, ağlama seslerinin arasından çok sivri bir yer lafı çıktı. Koşa koşa gittik, abartmıyormuş; iki dikiş atıldı başına.. Onlar hastanede ben çocukların başında.
Pazar günü oldu; annemle kalktık gittik filmimizi izlemeye. Eve geldik, ben yukarıya çıktım. Geri evimize döndüm, dolabımın kapağını açmamla; üst menteşesinden kurtulan dolamın yüzümün sol kısmına inmesi bir oldu. Ağlamaya başladım bende, canım yanıyordu ve ateş gibi yanmaya başlayan yüzümün o kısmından az da olsa deri parçaları geliyordu elime. Mennam hemen donmuş tane fasulye getirdi, -yüzün şeklini alsın diye tane fasulye- saatlerce ara ara tuttum morarmasına engel olduğunu düşünüyorum ve az bir şişlikle atlattım. Tabii biraz da deri yüzülmesiyle! :)
Film keyifli, eğlendirdi bizi ama UĞUR-SUZ geldi bize. Elvan'a telefonda anlattım olayı O da şap yapıştırdı, uğursuz diye. Gidin izleyin ama bana uyarmak farz oldu; kendinizi korumaya alın, öncesinde ve sonrasında ekstra dikkat şart :)

10 Nisan 2010 Cumartesi

RISVEGLIO

Bahar geliyor ve ben ruhumun iplerini yeni yeni salıyorum. Yazacağım bir sürü şeyin birikmesi bir yana yazma isteğim de öyle çok ki. Kimi zaman sadece kayıtta kalıyor, unutuyorum/siliyorum. Yayınlamaya gelince arıza veriyorum. Ama bugün hissettim, uyanıştayım! Bloguma can verme zamanı, yarından itibaren güzel havalarda etkisini gösterecekmiş. Eee, primavera benvenuto!!

Not:Fotoğraf, Koç müzesinden/Çengelhan

13 Mart 2010 Cumartesi

MICHEL FOUCAULT // MiŞEL FUKO

O dönemlerde var olan sabit telefonlardı, Onun evinde iki tane vardı. Öyle tutku doluydu ki sevgisi; heyecanına yenik düşmekti tedirginliği. Çareyi iki telefonda bulmuş, biri genel diğeri ise bir tek sevdiğine ait. Böylelikle her telefonda yerli yersiz kalbi yerinden fırlamayacaktı.Nasıl da güzel bir aşk, farklılığı saflığından geçen, milyonlarca anlam yüklenebilecek.

20.yy'ın ikinci yarısına damgasını vuran Fransız filozof Mişel FUKO (Michel Foucault)... Bu yakışıklı adamın tutkusu karşısında östrojen salgısı nasıl etki altında kalıyordur/onu bu hale getiren hatun kişi nasıl bir dişiydi!Bugünler eksiklik kimde biz dişilerde mi/erkek kişilerimizde mi? Yoksa en büyük suç bugünler mi?!!!O dönemde belki O da biraz abartıydı. Ne de olsa uç kişilik, bana göre...Ama gerçekten anlamak istediğim şahsiyet statüsünde kendileri.Ha, bir de belirtmesem olmaz kendileri eşcinsel-miş.(Zaten onlarda böyle bir durum söz konusu, nedense kimi konularda vay be dedirtecek halleri var.)

Birkaç alıntıyla tanıtsam daha iyi ifade ederim kendimi;

*Bir filozofun düşündüklerini eyleme de aktarmasını savunan ve bu doğrultuda her türlü cinsel maceraya giren adam... Kendisi Paris'in gettolarındaki aidsli olma ihtimali zenci fahişelerle yatar kalkar...
Kelimeler ve şeyler... Deliliğin tarihi... Cinselliğin tarihi gibi başyapıtları mevcuttur..

*1984 yılında aids hastalığından dolayı ölmüştür. Time dergisi Paris'teki evinin balkonunda mariuhana yetiştirdiğini yazmış. Arkadaşları tüm uyuşturucu türlerini denediğini söylemiş.

*"Ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim." (Milliyet 18 mayıs 1999)

*Merkezi iktidar ve gözetleme kavramını, mimariyi kullanarak somutlaştırmış olan eli öpülesi düşünür. Bentham'ın panopticon adlı yapıtı bu kavramı açıklamak için biçilmiş kaftandır zaten.Burda soz konusu olan, dairesel yapının tam ortasında gözetleyen(nam-ı diğer iktidar), dairenin çeperlerinde ise ayrı ayrı kompartmanlara ayrılmış olarak gözetlenenler bulunmaktadır. Gözetlenenler, ne birbirleriyle ne de merkezle olan diyalogları kuramamış zavallı objeler haline getirilmişlerdir.

* Magritte'in meşhur 'ceci nest pas une pipe' tablosu için küçük ama içinde resimden dilbilime, görüntü ile gösterge arasındaki ilişkilere kadar pek çok alanla ilgili yorum ve sorunlara yer verdiği bir kitap yazmıştır..Eğer magritte yapmış olduğu pipo resminin altına "Bu bir pipo değildir." cümlesini koymasaydı böyle kaligram formunda bir eser foucaulta hiçbir zaman ilham olamayacaktı..

*"Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?" sorusunu soran düşünür.

*"ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü gördüğümüz söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir." cümlesinin sahibi.


*Cezalandırmanın yeni tekniğinin işkence ve azaptan değil, beden ve zihinlerin sürekli kontrolünden geçtiğini genel olarak fransanın ceza sistemini ve mikro-olayları inceleyerek anlatan kanımca en kıymetli foucault eseri. iktidar her yerdedir, bakınız hakimler artık yargılamaktan çok daha ötesini yapmaktadır; cezalandırmanın esası ceza vermek değil, suç işleyeni ıslah etmek, eğitmek ve (psikoloji, psikiyatri gibi yeni icat edilen bilimlerle) "iyileştirmek" olmalıdır. foucault'a göre hapishaneler sanıldığı gibi demokrasi, insan haklarının gelişmesi dolayısıyla değil; tam da bu gözetimde tutarak var olan iktidar stratejilerini yaratmak için kurulmuştur.

*Bir söyleşisinde, öğrencilerinin entellektüel sağlığı açısından tehlikeli görüldüğünü ve bundan gurur duyduğunu söylemiş, insanların entellektüel sağlıktan söz etmeye başladığında birşeylerin yanlış gitmeye başladığını düşündüğünü, gizli bir marksist, bir irrasyonalist, bir nihilist olarak konumlandırıldığını belirtmiş.


*"Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir."

Sevgiler...

8 Mart 2010 Pazartesi

1908'İN 129'LARI 2010'DA MİLYONLARI BULDU!!!

İki yıl öncesinin postu; umarım bugün daha çok kitleye ulaşır ve bilmeyenler öğrenir 8 Mart'ın nasıl ortaya çıktığını.
Emekçi kadınlara ithaf edilmiş bu gün aslında birileri tarafından saptırılıyor,feministlere yada maddi çıkarlara dayandıranlara hak görülüyor.Amacından uzaklaşıyor.Kadınların güçsüzlüğünün erkekler karşısında yüceltileceği bir gün gibi algılanıyor.Bu bir tepki göstermeyse eğer bence yanlış gündesiniz..365 günün her günü ezilen kadınları,8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde değil de diğer 364 günde savunsak,birşeyler karşısında mücadele edip bilinci yükseltsek.8 Mart da kadınların gücünün ön plana çıkarıldığı;emeklerinin,kadınların takdir edildiği bir gün olarak yer alsa hayatımızda çok mu kötü olur??...
Rusya'da çok daha etkili kutlanıyormuş 8 Mart,o gün tatil oluyormuş.Erkekler kadınlara hediyeler,pastalar alıyormuş kutlamalar yapılıyormuş..Tamam benim dediğim bu değil,buna da karşıyım.En azından Dünya Emekçi Kadınlar Gününün neden 8 Martta kutlanıldığını bilen herkesin bu görüşte de olamayacağını düşünüyorum,umut ediyorum.
ABD'nin NewYork kentinde çok büyük bir dokuma fabrikasının bayan çalışanları sendikal haklarını savunmak için grev yapıyorlar. 40.000 kadın çalışan bu greve destek veriyor, kentte yürüyüşler düzenliyorlar. Polis çalışanlara zor kullanıyor, başetmek için fabrikaya kilitliyor. Fabrikada yangın çıkıyor ve 140 kadın çalışandan 129'u fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak can veriyorlar.Herşeyini ortaya koyup haksızlıklar karşısında mücadele eden güçlerine inanan 129 kadın çalışan bu talihsiz olayı 8 Mart 1908'de yaşıyor.Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ediyorlar.Temelinde seçme ve seçilme hakkı,günlük çalışma saatlerinin,koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunuyor.Ondan sonraki yıllarda 8 Mart günü bu emekçi kadınlar için toplanılıyor.1910 yılında ise, Clara ZETKIN'in önerisiyle sosyalist kadın enternasyonali, 8 mart'ı dünya emekçi kadınlar günü olarak kutlamaya karar verir.
İlk başlarda olduğu gibi eşitlik,bağımsızlık,politik haksızlıkların ortadan kalkması,daha iyi yaşama ve çalışma koşullarının sağlanmasını amaç gütmesi gereken bu günün daha da çok sorunların ortaya dökülüp çözümlerden uzak acıma ve de mağduriyet günü olmasını kabul edemiyorum.
Rusya'da Rusya-Almanya Savaşında hayatını katbetmiş erkeklere ithaf edilmiş bir Erkekler Günü var.Türkiye'de de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü Kurtuluş Savaşı Kadınlara ithaf edilmesi muhteşem olurdu.

"DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE, HİÇBİR MİLLETİNDE, ANADOLU KÖYLÜ KADININDAN DAHA FAZLA ÇALIŞAN BİR KADINDAN BAHSETMENİN İMKANI YOKTUR VE DÜNYADA HİÇBİR MİLLETİN KADINI "BEN ANADOLU KADININDAN DAHA FAZLA ÇALIŞTIM, MİLLETİMİ KURTULUŞA VE ZAFERE GÖTÜRMEKTE ANADOLU KADINI KADAR GAYRET GÖSTERDİM." DİYEMEZ. ( 1923 )
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!!

20 Şubat 2010 Cumartesi

@ANKARA

1 ayın ardından nişanlıya kavuşma, birazdan ona gitgide yaklaşacağım. Yaklaşık 6 saat sonra kollarındayım sevgilimin, bu defa program dolu dolu eğer ben tembellik etmezsem dönüşte bir sürü post bizleri bekler.

Sevgiler...

16 Şubat 2010 Salı

HAYAT

Giysiler ruhların yansımasıdır;evlerde aynası. Kırılganlıklarımın bu noktaya varacağını bilemezdim, çok sevdiğim ve sahip olmak istediğim birşeyin bu kadar çirkinleştireleceğini ve hayalimdekinin tatsız anıları anımsatacağı. İçime öyle oturdu ki içeride nefes alan iki canın yanına gidemedim görsünler istemedim. Karanlıkta nefes yaklaştı, adımla seslendi bana, bilemezdim onun saçımı okşarken elinin gözyaşlarımı teğet geçeceğini, içim daha da acıdı. Hıçkırıklara boğuldum, ona sarılmak istedim yine gidemedim, onlar bana kıyamazken O bana gerçekleri tüm çirkinliğiyle gösterdi.Bugün hayatın bir yerinde büyüdüm artık hayallerim yok ve ben bundan ötürü mutsuzum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

NİŞANLILIK&TOPLUMSAL PSİKOLOJİ

Sevgilinizle karar veriyorsunuz ve bir sürece giriyorsunuz.Aileler haberleşiyor, şu zaman bu zaman derken en uygun zaman belirleniyor. Bizimki 12.12.2009 du, bir hafta öncesinde tam anlamıyla kesinleşmişti daha doğrusu insanlara haber vermemek için pürüz kalmamıştı. Bir hafta için de tüm programı ayarladık hatta tam bir hafta öncesinde kıyafetimi aldım, alyanslarımızı ayrı şehirlerde olduğumuzdan sevgilim ve kızkardeşi aldılar. Gelmelerine bir gün kala evde ikram edilecek şeylerin hazırlıkları yapıldı, inanın hiçbir şeyi algılayamıyordum, ertesi gün gelecek olan sevgilim ve ailesi miydi yoksa başkaları mı?? Herkes telaşlı bir ben sakindim :)Ertesi gün oldu geldiler ve ben sakinliğimi koruyabildim, Ona da rahatlık verdim galiba böylelikle. İsteme, yüzüklerin takılması,.... İlerleyen saatlerde yemeğe çıkıldı ve durumu irdeleme fırsatı yakaladık, etrafımıza baktık herkesin yüzünde gülücükler. Tüm ailesini babası hariç tanıyordum ve çok da seviyordum, sevildiğimi de hissettiriyorlardı; bu bana gerçekten rahatlık vermişti. Babalarımız muhabbette, birbirleriyle temasları bile vardı :) Anneler zaten sımsıcacık, yengesi, yengelerim, teyzelerim hepsi hoş sohbette. Biz gençler zaten iyiydik. Biz ilk kez biraraya geldiklerinden bu kadarını beklemiyorduk, ikimizin de yüzünü kocaman bir gülümseme aldı. Onda gördüğüm ifade aslında içimde olan tedirginliği bastırmaya çalıştığımı bir anda yüzüme yansıttı sanki çünkü bir anda vücudumu rahatlama aldı ve huzuru iliklerimde hissettim. İkimizin ailesinin samimi bir şekilde bu kadar iyi anlaşması, birbirlerinden çok memnun ayrılmaları öyle güzel bir duygu ki herşeyin önüne geçti diyebilirim. Geldiklerinin ertesi günü hep beraber yapılan bir kahvaltının ardından gittiler.

Tabii en kısa zamanda herkese yayıldı nişanlamamız, arayanlar, ziyarete gelenler... Hala devam ediyor. Nişanlın diyorlar, tuhaf geliyor. Kayınvaliden diyecek oluyorlar, üzerime alınamıyorum bir süre :) Neyse zamanla alıştım, benimsedim benimsemeye Onun ebeveynlerine anne&baba dediğimde başladım. Ancak sonrasında da istenilme zamanını algılayamadan geçtiğine üzülmeye başladım, öyle güzeldi ki :) Ona da dedim yakın zamanlarda "Ben hiçbir şey anlamadım, istenilirken. Bu yüzükte olmasa! :)" "Yine gelelim stersen!" diyerek yanıtladı.

Peki bu aşamada toplum nasıl yaklaştı bana:

*Öncelikle herkes parmağıma baktı, yüzüğün ne kadar yakıştığı kritiği yapıldı :)
Fotoğraflar istenildi, damat, ailesi görsel çerçevede tanıtıldı :)

İnsanlar tuhaflaştı :)

*Aslı olmayan bir sürü şeyler konuşuldu tanımadığım insanların dilinde üstelik bunlar, aslı olmasa da kötü şeyler değildi şükürler olsun ki!

*Hiç bir dönem 54 kilonun üzerine çıkmadım ki hep 52'lerdeyimdir. Nişan sonrası 2 kilo verdim, 51 dim! Görenler abartısız herkes "Ayy, nişanlılık yaramış, kilo almışsın, ne güzel de yakışmış." Zayıfladım desem de kimsenin kulağına girmiyor çünkü ben nişanlıyım ve bana yaraması gerekli! :)

*Rahatıma düşkünümdür, gün içerisinde giysilerimi seçerken rahatlığım ön plandadır hep ve beni o anda ne mutlu ediyorsa öyle giyinirim. Kalıplarım yoktur. O dönemlerde sürekli elbise tunikler giyer olmuştum altını ya taytlar ya da renkli çoraplar tamamlıyordu. İnsanlar "Canımm, ne hoş ne zarifsin. Nişanlılık havası çökmüş yüzüne, üstüne. Gelin gibi olmuşsun hemencecik." Yahu mor çorap giyen tunikli gelin adayı mı olur. Sanıyor musunuz kayınvalidemin arkadaşlarının olduğu bir yere giderken, "Melekler Korusun"un Özgür kızı gibi çıkacağım insanların karşısına, bu mudur yani! Hem benim üzerimde daha özne görmedikleri şeyler de değil :)

*Ha bir de telefon! Topluluktasınızdır, telefonunuza sms gelir ya da arayan olur. "Nişanlı kız nasıl da belli oluyor, bak arayanı var, gözlerinin içi gülüyor hemen! Bizden geçmiş." Yahu o telefon Ona özel değil ya, kimsesiz de değiliz birbirimizi arayan bir tek biz olalım. Tamam doğruluk payı var beni Onun kadar arayan yok, olsun mu yani? Ama bu her arayanın O olacağı anlamı da gelmez ki.

*Canım sıkılıyor, biraz yeni şeyler öğreneyim istedim ve rengarenk ipler aldım. İtalyan köylülerin yaptığı motifli battaniyelerden yapmaya karar verdim ama insanlar bu nişanlanma aşamasını bilmek bir yana sevgilim olduğunu bile bilmezken. Başlamıştım da her gittiğim yerde elimdeydi de, bu da sonrasında nişanlılığıma uyarlandı ve çeyiz yapıyor diye adım çıktı. Şimdi herkes örneğimin merakındaymış!

Nişanlılık evresi bizi ve ailelerimiz için bir süreçken, toplumun girdiği bu psikoloji meraktan mı ibaret yoksa toplum olarak psikolojik rahatsızlıklarımız mı söz konusu??

Bir de gerçekten çok çok güzel nişanlı olmak, sevdiğin adamla, kaymağı da ailelerin kaynaşması. Allah herkese en az bizimki kadar güzelini nasip etsin. Bu arada kayınvalidem gibi tatlı dilli, güzler yüzlü, sıcak yüreklisini çıkarsın karşınıza.

Ayrıca şimdi anlıyorum düğünümüzden birşey anlamadık ki diyen çiftleri, o tatlı telaşın içinde hızla akıp gidiyor herşey. Allah'tan ayrıntılar aklında kalıyor da anlatırken neler yaşadığını anlayabiliyorsun.

Sevgiler.

12 Ocak 2010 Salı

ARALIK 2009

Çok uzun olmasa da bana uzun soluklu gelen bir mola verdim bloguma, yeni yaşımla gelen diye kurmaya gitse de elim doğrusu yeni yaşımın hemen öncesinde gelen yepyeni bir güzellik oldu hayatımda. Nişanlandık biz! Onun telaşı hemen sonra doğumgünüm sonra Trabzon yolculuğu ve yeni yıl ardı ardına sıralandı ve bitti bir yıl daha.2010'un barındıracakları, planlar, hazırlıklar gerektirirken araştırmaya başladıkça ucundan bucağından sanki yılın yarısını bitirtti şimdiden kafamda. Şimdiye kadar yazdıklarıma bakınca kendimle ilgili yazdığım gibi düşünülebilecek birçok bunalım yazım var. Hatta okuyanlar ne mutsuz bu kız demiştir herhalde çoğu zaman. Hep çevremden, okuduklarımdan, izlediklerimden, duyduklarımdan yola çıktım hayalgücümle yazdım.Zararı da dokundu kimi zaman, postlarımı, yazılarımı sevdikleri için değil hafiyelik yapmak için kullanan, beni yermek için okuyan birçok salak vardı! Basit düşünceleriyle beni ve yazılarımı beyinciklerinde "avam" ilan eden. Ben bir yazar değilim, kendimi tatmin etmek için iyi kötü cümleler kuran biriyim. Ancak bu yazarların yaşamadıkları şeyleri gözlem+hayalgücü+yetenekleriyle yazarken benim yazamayacağım anlamına gelmiyordu. Blogum artık nar modunda devam edecek yeni bir formatla içinde birkaç blogu olan. En kısa zamanda yeniliklerle görüşmek üzere...